İstanbul, bütün yolların, uygarlıkların, tarihlerin, ve talihlerin kesiştiği noktada bulunan İstanbul kentinin, yani binlerce yıllık hikaye...
Bugün dünyada var olan toplumların bir çoğunun kökleri bu kenttedir. Geldiler, konakladılar, hayat kurdular, ömür verdiler, ve arkalarında izler, armağanlar bırakara uçup gittiler. Gittkleri yerlerde farklı medeniyetler oluşturdular. Ama köklerini hep hasretle yad ettiler. İstanbul, işte tam bu nedenle Unesco tarafından ‘’ Dünya Kültür Mirası Listesi’’ ne dahil edildi. İşte bu nedenle, dün ve bugü
n Batı uygarlığının ve insanlığın ortak hatırası olarak kabul edildi. KIZ KULESİ
Bir yapı, bir güzelliğe güzellik katınca hayaller de çeşitleniyor. Bunların en güzellerinden biri, yaşamı denizin uzun yollarında geçenlerin, ya da onların yakınlarının özlemlerini içeren bir imgeye yaslanıyor: “Binlerce, binlerce yıl önce bugünkü Kız Kulesi’nin yerinde çok büyük bir kaya varmış. Gündüz hiç kimseye görünmeyen ama gece olunca denizden çıkan, kanatları ve yeleleri gümüşten deniz atları bu kayanın üzerine incecik ama hiçbir rüzgârın, fırtınanın, dalganın yıkamadığı uzun mu uzun tunçtan bir sütun dikermiş. Bu sütunun üzerinde de yine hiçbir rüzgârın söndüremediği bir meşale yanarmış. İşte bu meşale buradan gece gelip geçen gemilerin yolunu Marmara Denizi’nin girişinden ta Karadeniz’in ağzına kadar ışıl ışıl aydınlatırmış.”
Huyunu suyunu bilmedikleri, cilvesi bol boğazlardan gece geçmek, tarihin hemen bütün dönemlerinde denizcilerin kâbusu olmuştur. Kız Kulesi inşa edildiği günden beri denizcilerin bu kâbusunun tek dermanı olan deniz feneri olarak görev yapmış. Tuhaf ki Kız Kulesi için üretilmiş söylencelerin diğer hepsinde daima bir hüzün vardır. Efsanelerden biri, bir dönem kulenin adına da kaynaklık etmiş ve Batı yazınında bir zaman kuleye “Leandros Kulesi” denmiş. Efsane özetle şöyle: Sevdiği Leandros’a verilmeyen Hero, bu kuleye kapatılır. Ama aşk bu; kadının aşığı geceleri yüzerek onu görmeye gelir. Hero da sevdiği yolu şaşırmasın diye, geceleri bir ışık yakar. Bir gün rüzgâr bu ışığı söndürür ve sevdalı erkek boğularak ölür. Van Gölü’ndeki Ahdamar’dan Çanakkale Boğazı’na dek, suyun içindeki yapıları süsleyen bu efsaneden başka efsaneleri de var Kız Kulesi’nin. Padişahın üstüne titrediği bir kızı varmış. Sarayın kâhinlerinden biri, padişaha kızının bir yılan sokmasıyla öleceğini söyleyince, cihana hükmeden padişah naçar olup deliye dönmüş. Son çare Kız Kulesi’ne göndermek olmuş kızını. Ancak yılan da boş durmamış, önce kızı bir prense aşık etmiş, sonra prensin kıza meyve gönderdiği sepetin içine girmiş ve kuleye gelerek kızı sokmuş. Kehanet de gerçek olmuş. Avrupa kaynaklarında kuleye “Damalis Kulesi” dendiğine ilişkin azımsanmayacak sayıda kaynak var. Kız Kulesi için “tarihsel bilgi” başlıkları altında verilen ve küçümsenmeyecek ölçüde yaygın olan kimi “bilgiler” bu efsanelerden daha güzel ve güvenilir diyemeyiz: “Kız Kulesi, Bizans döneminde, Boğaz’dan geçen gemilerden vergi almak için yapılmıştır. Bir anlamda gümrük binasıdır. Kuleden Avrupa yakasına gerilen bir zincirle boğazdan geçen gemiler denetlenir ve yüküne göre her gemiden vergi alınırmış.”
Bir siluet olarak sadece Üsküdar’ın değil, İstanbul’un ve Türkiye’nin de simgelerinden biri haline gelmiştir Kız Kulesi. Milyonlarca insanın siluet olarak tanıdığı kulenin içi çok az insan tarafından bilinir. Gezi edebiyatı bakımından kuleyi sadelik içinde anlatanların başında Evliya Çelebi gelir: “Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkârane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam 80 arşındır. Sathı mesehası iki yüz adımdır. İki taraftan yerde kapısı vardır.”
İstanbul’un en eski deniz fenerlerinden biri olan Kız Kulesi, salgın hastalıklar döneminde karantina olarak, kısa süreli hapisliklerin mekânı olarak da kullanılmış. Bugün gördüğümüz bina II. Mahmut döneminden kalmadır. Kule, 2000’li yıllarda neredeyse özelleştirilmiş bir biçimde lokantaya dönüştürüldü. Haftanın her günü belli aralıklarla Üsküdar-Salacak’tan kalkan sandallarla hem gezmek, hem de yemek, içmek amacıyla kuleye erişilebiliyor.