Adım Adım İstanbul

Adım Adım İstanbul

Beykent Üniversitesi bitirme projesi’dir.

Photos from Adım Adım İstanbul's post 21/01/2020

Prens Adaları; Büyükada, Heybeliada, Burgazadası, Kınalı Ada, Sedef Adası, Yassıada, Kaşık Adası, Sivri Ada, ve Tavşan Adası olmak üzere toplam 9 adadan oluşur. Büyükada, Marmara Denizi’nde bulunan ve İstanbul’a bağlı olan Prens Adaları’nın en büyüğüdür ve Adalar Belediyesi’nin görev sınırları içinde yer alır. Rumca adı “Prinkipos”tur. Yaklaşık 5,5 km2’lik bir alanı kaplar.
Büyükada’nın biri kuzeyinde biri güneyinde olmak üzere iki tepesi vardır. Güneydekinin adı Yücetepe, kuzeydekinin adı Manastır Tepesi’dir. Adada Nizam ve Maden Mahalleleri olmak üzere iki mahalle bulunur. Henüz adaya yaklaşırken bile ada evlerinin manzarasıyla karşılaşırsınız. Adanın vapur iskelesi ana meydanda bulunur ve burada adanın simgesi haline gelen Saat Kulesi’ni, sahil yolu boyunca dizilmiş restoranları, dükkanları ve otelleri görürsünüz. Büyükada’da kamu hizmeti için olan araçlar haricinde motorlu taşıtlara izin verilmemektedir. Bu yüzden adayı bisikletle veya yaya olarak rahatlıkla keşfedebilirsiniz. Adada, girmek için üyelik gerektiren plajların yanı sıra halk plajları da bulunmaktadır. Bunlar; Eskibağ Plajı, Halik Koyu Plajı, Prenses Koyu Plajı, Yörükali Plajı, Nakibey Plajı, Aya Nikola Plajları’dır. Bu plajlarda şezlong ve şemsiye kiralayarak gün boyu denizin keyfini çıkarabilirsiniz.
Büyükada’ya adımınızı attığınızda ilk dikkatinizi çekecek olan, maalesef ağır at kokusudur. Bunun sebebi atların faytonlar için kullanılmasıdır. Maalesef adaların altyapıdan sonraki en büyük sorunu atlı faytonlardır. Akülü fayton sistemine yıllardır geçilemediği gibi bazı fayton sürücüleri turistleri dolandırmaktadır. Size tavsiyemiz hem dolandırılmamak hem de atlara yapılan eziyete ortak olmamak için faytonları kullanmamanızdır.
Adanın en yüksek tepesinde Aya Yorgi Kilisesi ve Aya Yorgi Manastırı bulunmaktadır. Buradaki ilk yapı, M.S. 6. yüzyıl'da inşa edilmiştir. Bu mevkide, birçok kilise ve manastırın kalıntıları da vardır. Bunlardan bazıları günümüze kadar ulaşmış, bazıları yıkıntı olarak kalmıştır.
İsa Tepesi'nde ise Hristos kilise ve manastırı ile Rum Yetimhanesi bulunmaktadır. Rum Yetimhanesi'nin binası harabe olmasına rağmen halen dünyanın en büyük ahşap monoblok yapılarındandır.
Kumsal semtindeki Ayios Dimitrios kilisesi de Büyükada'nın önemli dini yapılarındandır. Adadaki çok küçük Ortodoks cemaat, büyük ayinlerini burada yapar.
Büyükada'da bulunan 4 camiden mimari bakımdan en dikkat çekeni II. Abdülhamid tarafından yaptırılan Hamidiye Camii'dir. Mimari açıdan Batı etkisinde inşa edilmiş bulunan mekân, Ada Cami Sokağı'nda bulunmaktadı

Photos from Adım Adım İstanbul's post 19/01/2020

Taksim Meydanı’nı duymayanınız yoktur. Siyasi ve toplumsal olaylara şahitlik eden aynı zamanda tarihi ve güzelliği ile bilinir. Yolunuz üstündeyse mutlaka uğrayınız. Kalabalık caddeleri, hareketli ve eğlenceli ortamları, kafeleri ve restoranları ile dikkat çekici bir yerdir.😊

Photos from Adım Adım İstanbul's post 17/01/2020

Deniz Müzesi, 31 Ağustos 1897 tarihinde Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa`nın emirleri ve Tersane Komutanı Amiral Arif Hikmet Paşa`nın destekleri ile Binbaşı Süleyman Nutki tarafından Tersane-i Amire bünyesindeki Mayın Müfreze Komutanlığı`na ait binada dünyanın nadir örneklerinden biri olarak "Müze ve Kütüphane İdaresi" adıyla kurulmuştur. Önceleri tasnifi yapılmamış, müze deposu olarak sergiye açılmıştır. 1914 yılında Bahriye Naziri olan Cemal Paşa, denizciliğin tüm kollarında olduğu gibi müzede de reform yapmış ve müdürlüğe Deniz Yüzbaşı Ressam Ali Sami Boyar`ı getirerek, bilimsel anlamda müzenin yeniden düzenlenmesine olanak sağlamıştır. Ali Sami Boyar 1917 yılında müzenin ilk kataloğunu yayınlamış, Türk gemilerinin tam ve yarım modellerinin yapılması için "gemi model atölyesi" ve mankenlerin yapıldığı "mulaj (döküm)-manken atölyesi"ni kurarak, müzenin geliştirilmesine ve bugünkü halini almasına temel oluşturmuştur. 1933 yılında Kasımpaşa`daki Nakkaşhane binasına taşınan müze, bu kez "Bahriye Müzesi Müdürlüğü" adıyla açılmış, II. Dünya Savaşı`nda ise olası tahribattan korumak üzere Ankara, İzmit ve Niğde`ye aktarılmıştır. 1946 yılında müzenin tekrar İstanbul`da kurulmasına karar verilerek önce bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı binasına depolanmış, sonra da Dolmabahçe Camii Hünkar Mahfeli`ne taşınmıştır. Yeni müze müdürü Haluk Şehsuvaroğlu idaresinde, 1948 sonbaharında Preveze Deniz Zaferi`nin 410. yıldönümü sırasında "Deniz Müzesi ve Arşivi Müdürlüğü" adı ile ziyarete açılmıştır. 1956 yılında Dolmabahçe yolunun genişletilmesi sırasında müzenin müştemilatından olan garaj ve kayıkhane binası istimlak edilmiş, burada bulunan arşiv ve belgeler Dolmabahçe Sarayı`nın kuzey kısmında bulunan (bugünkü Deniz Tarih Arşivi binası) Arabacılar Dairesi`ne taşınmıştır. Son olarak 27 Eylül 1961 yılında, Beşiktaş semtinin İskele Meydanı`nda Türk Amirali Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa`nın anıtı ve türbesi yanında, bugünkü bulunduğu yere taşınmıştır.4 Ekim 2013 de yeni Binasında hizmete açılmıştır. Türkiye`nin denizcilik alanında en büyük ve içerdiği koleksiyon çeşitliliği açısından dünyanın sayılı müzelerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir.

Ulaşım:

Beşiktaş Vapur iskelesinin ön tarafındadır.Beşiktaş Merkezine gelen tüm İETT araçları Minübüsler ve Deniz yoluyla ulaşılabilir.

26/12/2019

Sultanahmet'e gidip te dikili taşları görmeden dönülmez, bizden söylemesi 🤭

26/12/2019

Sultanahmet İstanbul'un kalbi olan yerlerden biri, ama bu aralar tadilat olduğu için yarısı kapalı 😕

25/12/2019

Nuru Osmaniye Camii mimarisiyle gerçekten çok etkileyici gözle görmeden bunu anlamanız mümkün değil 😍

24/12/2019

İstanbul'a gelip Mısır Çarşısını gezmemek olmaz, bizden söylemesi 😬

Photos from Adım Adım İstanbul's post 18/12/2019

Yûşâ Tepesi, Anadolu Kavağı'nda Beykoz İlçesi sınırları içindedir. Tepenin zirvesinde Yûşâ'ya (a.s.) ait olduğuna inanılan bir kabir ve bu kabrin yanına yapılmış bir cami vardır.

HZ. YUŞA (A.S.) KİMDİR?

Hazret-i Musa'nın (a.s.) kumandanlarından biri olan Yûşâ (a.s.), rivayetlere göre Hazret-i Musa'nın (a.s.) kız kardeşinin oğludur. Hıristiyan ve Yahudi kaynaklarında kendisinden "Yeşu" adıyla bahsedilir. Hazret-i Musa'nın (a.s.) vefatından sonra, kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Hazret-i Yûşâ'nın (a.s.) Peygamberlik vazifesini devam ettirdiğine inanılmaktadır. Hatta İsrailoğullarını göçebelikten kurtarıp Kenan diyarına yerleştiren kişinin Yûşâ (a.s.) olduğu düşünülmektedir.

Kehf Sûresi 60 ila 65. âyetlerinde Hazret-i Musa'nın Hızır (a.s.) ile yolculuğu anlatılmaktadır. İslâm âlimlerine göre bu kıssada Hazret-i Musa'nın (a.s.) yanında yardımcı olarak bulunan genç, Hazret-i Yûşâ'dır.

HZ. YUŞA TEPESİ'NİN SIRRI

Bu kabrin Yûşâ'nın (a.s.) kabri olduğu şeklindeki inanç, Beşiktaş'ta türbesi olan Yahya Efendi Hazretlerinin bir kerametine dayanmaktadır. Gerçekte ise kabrin, Hazret-i Yûşâ'ya (a.s.) ait olduğunu söylemek kesin olarak mümkün değildir. Çünkü Hazret-i Yûşâ'nın (a.s.) kabrinin Nablûs veya Halep yakınındaki Maarraşehrinde olduğu da söylenmektedir. Yine Yûşâ'nın (a.s.) İstanbul'a gelip gelmediği de bilinmemektedir. Burasının Bizans döneminde kutsal bir yer olarak kabul edildiğine bakılırsa buradaki kabir, velilerden veya havarilerden birine ait olabilir.

YUŞA CAMİSİ

1755 yılında Sadrazam 28. Çelebizade Mehmet Sait Paşa, buraya bir mescit yaptırmış ve mezarın etrafını bir duvarla çevirmiştir. Cami bir yangında harap olunca 1863 yılında Sultan Abdülaziz tarafından tamir edilmiştir.

HZ. YUŞA TÜRBESİ ZİYARET SAATLERİ

Haftanın yedi günü ziyarete açık olan türbe, 09:00 ile 18:00 saatleri arasında ziyaret edebilir.

YUŞA TEPESİ NEREDE VE HZ. YUŞA TÜRBESİ'NE NASIL GİDİLİR?

Hz. Yuşa Türbesi, İstanbul ilinde ve Beykoz'da yer almaktadır. Otobüs ile Yuşa Tepesi'ne gelmek isteyen ziyaretçiler 15T, 15TY ve 135G otobüslerine binerek bölgeye ulaşabilirler. Bölgeye kendi aracı ile gelmek isteyen ziyaretçiler ise; Kavacık sapağından Beykoz yönüne doğru ilerleyerek Tokatköy'e vardıktan sonra tepeye yön tabelalarını takip ederek ulaşabilirler.

Photos from Adım Adım İstanbul's post 17/12/2019

Büyük Mecidiye Camii olarak da bilinen yapı Ortaköy İskele Meydanı’nın kuzey ucunda yer almaktadır. Daha önce caminin bulunduğu yerde 1133’te (1721) Vezir İbrâhim Paşa’nın damadı Mahmud Ağa’nın yaptırdığı bir mescid vardı. Bu yapı, muhtemelen 1740’larda Mahmud Ağa’nın damadı Kethüdâ Devâtdâr Mehmed Ağa tarafından yenilenmiştir. Hadîkatü’l-cevâmi‘de, Kethüdâ’nın yaptırdığı binanın “bir şerefeli minare ve mahfel-i hümâyun ve bütün levâzımatıyla sâhil-i deryâda inşa edildiği” belirtilmektedir. Bugünkü yapı, giriş kapısı üzerinde yer alan Zîver Paşa’nın yazdığı kitâbeye göre 1270’te (1854) Sultan Abdülmecid tarafından inşa ettirilmiştir.

Mimarı Nikogos Balyan olan cami, XIX. yüzyıl selâtin camilerinde olduğu gibi harim bölümü ve girişin önünde yer alan hünkâr kasrından oluşmaktadır. Batıdaki hünkâr girişi dışında her iki bölümün meydana getirdiği kompozisyon kuzey-güney aksına göre simetriktir. İki ayrı bölümün birlikte yer aldığı doğu ve batı cephelerinde harim ve hünkâr bölümleri ölçü olarak birbirine eşittir. Harim bir kenarı yaklaşık 12,25 m. uzunluğunda kare bir mekân olup üzeri pandantiflerle geçişi sağlanan sağır kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Kuzeyde yer alan diğer bölümlerin üstü tonozla örtülmüştür. Son cemaat yeri içe alınmış enlemesine dikdörtgen planlı bir giriş holü niteliğinde olup ortada kapı, yanlarda pencere olan üç açıklıkla galeri altına, oradan da harime geçilmektedir. Yapının geniş ve yüksek pencereleri vardır. Harimde giriş holü dışındaki diğer üç cephede iki sıra halinde büyük yuvarlak kemerli üçer pencere yer alır. Bunlardan kıble cephesinin alt orta penceresi sağır olup buraya mihrap yerleştirilmiştir. Mermerden kademeli mihrap nişi empire üslûbundadır. Köşe dolguları kabartma girift bitki motifleriyle, bordürü kabartma geometrik motiflerle bezelidir. Mermer minber pembe renkli taşlarla süslenmiştir. Korkuluklarında geometrik motiflerle ve yanlarda barok kıvrımlarla bezenmiştir. Solda yer alan zarif vaaz kürsüsü mermer ve somakiden yapılmıştır. Caminin iç duvarları kırmızı ve beyaz hareli pembe renkli taş taklidi sıvalarla bezelidir. Duvarlara asılmış “çehâryâr-ı güzîn” levhaları ve minberin üzerindeki kelime-i tevhid Sultan Abdülmecid, diğerleri ise Ali Haydar Bey tarafından yazılmıştır. Pandantifler ve kubbe içinde bulunan kalem işlerinde manzara ve mimari düzenlemeler dikkat çekmektedir.

Giriş holü ve üstündeki salonla birbirine bağlanan doğu ve batı kanatlarından oluşan iki katlı hünkâr kasrına kuzeybatı köşesinde yer alan, iki yandan kıvrılan merdivenlerle ulaşılmaktadır. Doğu ve batı kanatları öne çıkarak girişte küçük bir avlu oluşturmuştur. Hünkâr girişi giriş holünün batı cephesinde olup iki yandan on basamaklı merdivenlerle ulaşılan, üç açıklıklı bir bölümdür. Gösterişli, çift kollu, eliptik bir merdivenle çıkılan ikinci katın batı kanadı hünkâr dairesi olarak düzenlenmiştir. Birbirine geçilebilen üçer mekânın bulunduğu doğu ve batı kanatları bir iki küçük farklılık dışında simetriktir. Doğu kanadında katlar arasında bağlantıyı sağlayan merdiven güneyde yer almaktadır.

Yapıda harimle hünkâr kasrı arasında tasarım ve yüzeylerin ele alınışı bakımından farklılık vardır. Harimdeki dekorasyonun zenginliğine rağmen hünkâr kasrında cepheler çok sade tutulmuştur. Buradaki bezeme öğeleri, üzeri basık kemerli pencerelerin çevresindeki silmelerle hünkâr dairesi salonlarının pencereleri üzerindeki üçgen ya da dairesel alınlıklardır. Caminin dış cephesi barok ve rokoko tarzında taştan, oyma ve kabartma süslemeleriyle dikkat çekmektedir. Yapı üzerinde oturduğu rıhtımdan yaklaşık 2 m. yükseltilmiş, zemin katla galeri katı silmelerle ayrılmıştır. Bu silmelerin uzantısı aynı zamanda hünkâr kasrının saçak kornişlerini oluşturmaktadır. Beden duvarlarında yer alan üç açıklık da içbükey olarak düzenlenmiştir. Açıklıkların dış noktalarında her cephede dört adet olmak üzere dörtte biri duvara gömülü sahte kolonlar yer almaktadır. Kolonların galeri katında tamamı, zemin katta üst yarıları yivlidir. Kolonlar galeri katında kompozit kolon başlıklarla son bulmaktadır ve ortada yer alan iki kolon ayrıca ek tablalar ve tepeliklerle iyice vurgulanmıştır.

İnce gövdeli minarelerin kaideleri merdivenli sahanlığın iki yanında olup kasrı oluşturan kütlelerin içindedir. Şerefe altlarında tersine kıvrılan volütlerin oluşturduğu konsollar bulunmaktadır. Altta aralarda yer alan akant yaprakları altın yaldızla boyanmıştır. Statik açıdan oldukça narin olan yapı 1862’de ve 1866’da onarılmış, 1894 depreminde büyük zarar görünce 1909’da Evkaf Nezâreti’nce yeniden tamir edilmiştir. Bu tamirde yıkılan eski yivli minareler yivsiz olarak yapılmış, minarelerin petek ve külâh kısımlarıyla yapının çeşitli bölümleri yenilenmiştir. 1960’larda binada yeniden çatlamaların oluşması sebebiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün başlattığı restorasyon çalışmalarında zemin takviye edilmiş, kubbe yenilenmiştir. Bu onarımda ibadete kapatılan cami 1969’da yeniden açılmıştır. 1984’te büyük bir yangın sonucu kısmen harap olan bina tekrar restore edilmiştir. Zaman içinde özgün parçaları büyük ölçüde değişmiş olsa da Ortaköy Camii, İstanbul Boğazı’nın önemli ve değerli mimari eserlerinden biridir.

Photos from Adım Adım İstanbul's post 10/12/2019

İstanbul Boğazı ile Göksu (Aretas) Deresi’nin Boğaz’a karıştığı yedi dönümlük, denize doğru uzanan alanda bulunan bu kale çevreye ismini vermiştir. Anadoluhisarı, ileri bir karakol olarak Yıldırım Beyazıt tarafından 1395 yılında yaptırılmıştır. Kalenin bulunduğu alanda yapılan araştırmalarda daha eskiye yönelik kalıntılara rastlanmamıştır.

Yıldırım Beyazıt’ın bu kaleyi yaptırmasındaki amaç Boğaz geçişlerini kontrol altına almak ve Göksu Vadisi’ne girişi de önlemek idi. Nişancı Mehmet Paşa tarihinde Güzelcehisar olarak ismi geçen bu kaleye Gözlücehisar ismi de yakıştırılmıştır. Nişancı Mehmet Paşa tarihinde kalenin yapım tarihi 1394–1395 olarak belirtilmiştir. Fatih Sultan Mehmet dönemi tarihçilerinden Tursun Bey buradan Yenihisar veya Yenicehisar olarak söz etmiştir. Hoca Sadettin Efendi de buraya Akçahisar olarak değinmiştir. Aşıkpaşazâde tarihinde bu kalenin yapılışı ile ilgili bilgiler bulunmaktadır:

“Yıldırım Beyazıt, Kocaeli’nden geçerek, İstanbul’a doğru geldi (1390–91) ve Şile Kalesini alan Yahşi Bey’i gönderdi. Sultan Boğazkesen üzerinde Güzelce Hisar adlı bir şato yaptırdı.”

Yıldırım Beyazıt ile Timur arasında 1402’de yapılan Ankara Savaşı’ndan sonra kale Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Bu dönemde Osmanlı Beyliği dağılma aşamasına geldiğinden Süleyman Çelebi Bizans’ın desteğini sağlamak amacı ile İstanbul’a yakın olan Kartal, Pendik gibi yerler Bizans’a geri verilmiş, ancak kalenin bu dönemdeki durumu bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda Süleyman Çelebi’nin bir süre burada kaldığı da belirtilmektedir.

Fatih Sultan Mehmet Rumelihisarı’nı yaptırırken Anadoluhisarı’nın çevresini de bir Hisarpeçe ile çevirmiştir. Bu duvarın arkasına yerleştirilen toplar ile de Boğaz’dan geçen gemilere gerektiğinde ateş açılması sağlanmıştır.

İstanbul’un fethinden sonra bu kalenin işlevi bitmiş ve bir süre suçlu Yeniçeriler için hapishane olarak kullanılmıştır. XVII.-XVIII. yüzyıllarda bir süre Boğaz’a yönelik kazak akınlarının önlenmesinde kullanılmış, daha sonra Boğaz girişindeki kale ve istihkâmların yapılması ile de önemini yitirmiştir.

XVI. yüzyılda hisar ve çevresinde görevli askerlerin ve ailelerin yerleşmesi ile burası küçük bir mahalle konumuna gelmiştir. Fatih Sultan Mehmet döneminde hisarın önüne küçük bir mescit yapılmış ve burası Anadoluhisarı Mescidi Mahallesi ismi ile eski kayıtlara geçmiştir.

Anadoluhisarı Osmanlı mimarisinde kale mimarisine göre yapılmıştır. İlk yapımında kare planlı bir kule ve bunu çevreleyen duvarlardan meydana gelmiştir. O dönemde kalenin bulunduğu yer kayalık bir burun olduğundan denizin sur duvarlarına kadar geldiği sanılmaktadır. Göksu Deresi’nin getirdiği alüvyonlar daha sonra arazi konumunu değiştirmiş, kalenin duvarlarının çevresi dolmuş ve kale iç kısımda kalmıştır.
#1453

Photos from Adım Adım İstanbul's post 09/12/2019

Rumeli Hisarı, Boğaziçi'de bulunduğu semte ismini veren Sarıyer ilçesinde yer alan, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethinden önce Anadolu Hisarı'nın tam karşısına inşa ettirilmiştir. Hisar, boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek amacıyla yaptırılmıştır.

Rumelihisarının adı Fatih vakfiyelerinde Kulle-i Cedide; Neşri tarihinde Yenice Hisar; Kemalpaşazade, Aşıkpaşazade ve Nişancı tarihlerinde Boğazkesen Hisarı olarak geçmektedir. Deniz güvenliğini sağlamak için en dar noktadadır. Rumelihisarı, karşı kıyıdaki daha erken tarihli bir Türk kalesinin karşısında, İstanbul’u kuşatma sırasında Karadeniz’den gelebilecek yardım ve takviyeleri önlemek amacı ile, şehir kuşatmasından önce inşa edilmiştir ve 1452’de 4 ay gibi inanılmaz kısa bir sürede tamamlanmıştır.

Dönemin genç Osmanlı Sultanı İstanbul’u almaya karar verdiğinde kuşatmadan önce bazı tedbirler almıştı. Boğazdan geçen gemiler kontrol altına alınmadıkça fetih güç bir mesele olarak kalacaktı. Bunun için Boğaz’ı kontrol altına alacak bir kale yaptırma fikri ortaya atıldı. 1451 yazı sonunda Karaman Seferinden dönen Sultan Mehmed Han Anadolu Hisarı bölgesinden karşıya geçerken, Boğaziçi’nin durumunu çok dikkatli incelemişti. O zamanki topların tesirli oldukları mesafelerin ve atılan güllelerin kifayetsizliği sebebiyle, daha önce yapılmış olan Anadolu Hisarı, Karadeniz’den gelen gemileri kontrol altına almaya yetmiyordu. Bu sebepten, İstanbul fethine hazırlanmak ve Boğaz’a hakim olmak düşüncesiyle planları bizzat SultanMehmed Han tarafından yapılan kalenin inşaatına Mart 1452’de başlandı.

15 Nisan 1452 günü temel atılarak büyük hızla kalenin inşasına başlandı. İş bölümü, çalışma gayretinin bütünüyle ortaya döküldüğü kale yapımında beş ila altı bin işçi ve usta çalışmıştır. İnşaat gayretli çalışmaların sonunda Ağustos ayı içinde bitirildi. 1509’daki İstanbul zelzelesinden büyük zarar gören hisar, çok kısa zamanda tamir edildi. 1746’da yangın geçiren hisar, Üçüncü Selim Han (1789-1807) zamanında son olarak tamir edildi. Fatih Sultan Mehmed Han'ın bizzat Boğazkesen adını verdiği Hisar’a, Yenihisar, Yenicehisar, Yenikale, Nikhisar (Güzelhisar), Başkesen adları da verildi. Fakat zamanla bulunduğu yerden dolayı Rumeli Hisarı adı diğerlerini unutturdu.

Rumeli Hisarı'nın yapımda kullanılan keresteler İznik ve Karadeniz Ereğlisinden, taşlar ve kireç Anadolu'nun değişik yerlerinden ve çevredeki harap Bizans yapılarından temin edilmiştir. Mimar E. H. Ayverdiye göre hisarın yapımında yaklaşık olarak 300 usta, 700-800 işçi, 200 arabacı, kayıkçı, nakliyeci ve diğer tayfa çalışmıştır. 60,000 metrekare alanı kapsayan eserin kargir hacmi yaklaşık 57,700 metreküptür. Hisarın büyük kuleleri birleştiren çevirme duvarlarının kuzeyden güneye uzunluğu 250 metre, doğudan batıya uzunluğu ise 125 metredir. Dağ Kapısı, Dizdar Kapısı, Hisarpeçe Kapısı ve Sel Kapısı olmak üzere 4 ana ve Mezarlık Kapısı adlı bir tali kapısı vardır.

Güneye bakan kulenin yakınında, cephane ve erzak mahzenlerine giden yolların ucunda, 2 gizli kapısı da bulunmaktadır. Rumelihisarının Saruca Paşa, Halil Paşa ve Zağanos Paşa adlarında üç büyük ve Küçük Zağanos Paşa ile 13 adet irili ufaklı burcu bulunmaktadır. Zemin katları ile birlikte Saruca Paşa ve Halil Paşa kuleleri 9 katlı, Zağanos Paşa Kulesi ise 8 katlıdır. Saruca Paşa Kulesinin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 7 metre, yüksekliği ise 28 metredir. Zağanos Paşa Kulesinin çapı 26,70 metre, duvar kalınlığı 5,70 metre, yüksekliği ise 21 metredir. Halil Paşa Kulesinin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 6,5 metre ve yüksekliği de 22 metredir. Rumeli Hisarı bugün müze ve açık hava tiyatrosu olarak kullanılmaktadır. Hisarda açık teşhir yapılmakta, sergi salonu bulunmamaktadır. Toplar, gülleler ve Haliçi kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eserler, bahçede sergilenmektedir.

Photos from Adım Adım İstanbul's post 04/12/2019

Boğaziçi’nde, Küçüksu ile Göksu Derelerinin arasındaki alanda bulunan Küçüksu Kasrı’nın bulunduğu yörenin yerleşim tarihi Bizans dönemine dek inmektedir. Osmanlı döneminde padişahın has bahçelerinden biri olan Küçüksu ve çevresini, Sultan IV. Murad’ın (1623-1640) çok sevdiği ve buraya “Gümüş Selvi” adını verdiği bilinmektedir. 17. yüzyıldan başlayarak çeşitli kaynaklarda “Bağçe-i Göksu” adıyla geçen yörede, özellikle 18. yüzyıldan başlayarak yoğun bir yapılaşma izlenmektedir. Sultan I. Mahmud (1730-1754) döneminde Divitdâr Emin Mehmed Paşa, padişah için bu Hasbahçe’nin deniz kıyısına iki katlı ahşap bir saray yaptırmış, bu yapı Sultan III. Selim (1789-1807) ve Sultan II. Mahmud (1808-1839) dönemlerinde de onarılarak kullanılmıştır. Sultan Abdülmecid (1839-1861) dönemi, özellikle saray ve kasır mimarlığında Batılı biçimlerin tercih edildiği yıllardır. Sultan Abdülmecid, Dolmabahçe ve Ihlamur yapılarında olduğu gibi Küçüksu Kasrı’nın bulunduğu alanda da eski ve ahşap yapıyı yıktırarak, yerine bugünkü kasrı yaptırmıştır. 1857 yılında yapımı tamamlanan Küçüksu Kasrı, 15 x 27 m. bir alan üzerine yığma tekniğiyle ve kâgir olarak yapılmıştır. Bodrumuyla birlikte üç katlı olan kasrın bodrum katı; kiler, mutfak ve hizmetkârlara ayrılmış, diğer katlarsa bir orta mekâna açılan dört oda biçiminde düzenlenmiştir. Bu özelliğiyle geleneksel Türk Evi plan tipini yansıtan yapı, genellikle dinlenme ve av amaçlı olarak kullanılan bir “biniş kasrı” niteliğindedir. Devlete ait diğer saray yapılarının tersine yüksek duvarlarla değil, dört yönde kapısı olan ve döküm tekniğiyle yapılmış zarif demir parmaklıklarla çevrilidir. Sultan Abdülaziz (1861-1876) döneminde cephe süslemeleri elden geçirilerek zenginleştirilmiştir. Kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesinde, bu cepheye yaslanmış şadırvanlı küçük havuzunda ve merdivenlerinde Batılı süsleme motifleri kullanılmıştır. Oda ve salonlar değerli sanat eserleriyle döşenmiş, Avrupa’dan sipariş edilen mobilyalara yer verilmiştir. Alçı kabartma ve kalemişi süslemeli tavanları, bir şömine müzesini andıran birbirinden farklı renk ve biçimde İtalyan mermerleriyle yapılmış şömineleri, her bir odada ayrı süslemeli ve ince işçilikli parkeleri, Avrupa üsluplarındaki mobilyaları, halı ve tablolarıyla zengin bir sanat müzesi niteliğindeki Küçüksu Kasrı’nın, Cumhuriyet döneminde bir süre devlet konukevi olarak kullanılmış olduğu bilinmektedir. 1992 yılında başlatılan kapsamlı bir restorasyon projesiyle Küçüksu Kasrı’nın denize kayması engellenerek, 1996 yılında yeniden müze-saray olarak ziyarete açılmıştır. Kasrın hemen yanı başındaki iskele, çeşme meydanı ve özgün bahçenin geçmişte olduğu gibi halkın eğlenip dinlenebildiği bir mesire kimliğine kavuşturulması amacıyla çeşme civarında ziyaretçilere kafeterya hizmetleri verilmekte, genişletilen rıhtım ulusal ya da uluslararası nitelikteki resepsiyonlara tahsis edilebilmektedir.

Photos from Adım Adım İstanbul's post 03/12/2019

Bir 19. Yüzyıl Sarayı; Dolmabahçe
Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu Beşiktaş sahil bölgesi, geçmişte Boğaziçi’nin koylarından biri olarak gemicilik faaliyetlerine sahne olmuş bir alandır. Antik çağlardan itibaren gemilerin sığındığı doğal liman olan bu koy, Bizans Dönemi’nde de yöneticilerin ilgisine mazhar olmuş ve bu bölgede kraliyet sarayları inşa edilmiştir.

Osmanlı Dönemi’nde donanma gemilerinin demirlendikleri ve denizcilik törenlerinin yapıldığı bir liman olarak işlev gören sahil bölgesi 16. yüzyılda doldurulmasıyla beraber “dolmabağçe” adını almıştır. Resmi ikametgâh Topkapı Sarayı olmasına karşın “dolmabağçe” bölgesi de giderek tercih edilen ziyaret yerlerinden biri olmuş, padişaha ve hanedana ait hasbahçe olarak kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyıla kadar bu hasbahçe üzerinde inşa edilen köşk ve kasırlar topluluğuna “Beşiktaş Sahil Sarayı” adı verilmişti. 19. yüzyılda ise, çağın yenilenme ve modernleşme rüzgârının etkisi Osmanlı’nın kültürüne, yönetimine yansıdığı kadar saraylarına da yansımaktaydı. Bu yenileşme rüzgârının ortaya çıkardığı en görkemli eser ise bugün İstanbul’un en büyük üçüncü saray yapısı olma ünvanına da sahip olan Dolmabahçe Sarayı’dır.

Sultan Abdülmecid Dönemi (1839-1861), Beşiktaş Sahil Sarayı yapılarının işlevsellik açısından eksik kaldığının hissedildiği bir dönemdir. Bu yapılar yıktırılarak yerine Dolmabahçe Sarayı’nın yaptırılmasına karar verilir. 13 Haziran 1843 yılında inşasına başlanan Dolmabahçe Sarayı, 7 Haziran 1856’da kullanıma açılmıştır. 110 bin metrekarelik bir alanda, Boğaz’a nazır muhteşem bir manzaranın hakimi konumda yer almaktadır.

Photos from Adım Adım İstanbul's post 26/11/2019

Topkapı Sarayı, Osmanlı sultanlarının ikametgâhı, devletin yönetim ve eğitim merkezidir. İstanbul fatihi Sultan II. Mehmed tarafından 1460-1478 tarihleri arasında yaptırılmış olan ve zaman içerisinde bazı ilavelerin yapıldığı Saray’da, Osmanlı padişahları ve Saray halkı 19. yüzyıl ortalarına kadar ikamet etmiştir. Topkapı Sarayı, Osmanlı monarşisi 1922’de kaldırıldıktan sonra, 3 Nisan 1924’te Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle müzeye dönüştürülmüştür.

Fatih Sultan Mehmet ve Topkapı Sarayı

Fatih Sultan Mehmed, fetihten sonra Beyazıt’ta bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yerde, daha sonra “Eski Saray” olarak anılacak olan bir saray yaptırmıştır. Fatih, bu ilk saraydan sonra, önce Çinili Köşk’ü, ardından da yapımı tamamlandığında yerleşecek olduğu Topkapı Sarayı’nı inşa ettirmiştir. Fatih, bu saraya Osmanlıcada “Yeni Saray” anlamına gelen “Saray-ı Cedid” ismini vermiştir. Yeni Saray’a Topkapı Sarayı denmesi ise şöyle gerçekleşmiştir: Sultan I. Mahmud tarafından Bizans surlarının yakınına yaptırılan ve önündeki selam topları nedeniyle “Topkapusu Sahil Sarayı” denilen büyük ahşap sahil sarayı bir yangında tamamen kül olunca, bu sarayın ismi yeni saraya verilmiştir.

Topkapı Sarayı Mimarisi

Yüzyıllarca gelişen ve büyüyen Topkapı Sarayı’nın planının belirlenmesinde Osmanlı devlet felsefesi ile Saray-tebaa ilişkilerinin büyük rolü olmuştur. Ayrıca, Topkapı’nın ilk inşa edildiği dönemde, Fatih Sultan Mehmed’in babası Sultan II. Murad’ın Tunca Nehri kenarında yaptırmış olduğu ve günümüze sadece kalıntıları ulaşan Edirne Sarayı’nın planından olduğu kadar ihtişamından da esinlenildiği bilinmektedir.

Topkapı Sarayı, mütevazı bir saraydır; imparatorluğun büyük harcamaları daha çok muhteşem camiler, kışlalar, köprüler, kervansaraylar ve konaklama tesisleri için yapılmıştır. 16. yüzyılın ünlü mimarı Mimar Sinan bile bu sarayda sadece bir bölüm inşa etmiştir. Ama Saray’ın kendine özgü binaları, nefis çinileri ve tabiatla iç içe geçmiş yapısı kadar, Sarayburnu’ndaki konumu da ona doğal bir güzellik ve ihtişam verir.

Topkapı Sarayı Bölümleri

Topkapı Sarayı’nın planı; çeşitli avlular ve bahçeler arasında devlet işlerine ayrılmış daireler, hükümdarın ikametgâhı olan bina ve köşkler ile Saray’da yaşayan görevlilere mahsus binalardan oluşur. Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında, İstanbul yarımadasının ucunda bulunan Sarayburnu’ndaki Bizans akropolü üzerine inşa edilen Saray, 1400 metre uzunluğundaki “Sur-ı Sultani” denilen yüksek ihata duvarları ile karadan, deniz tarafından ise Bizans surlarıyla çevrilmiştir. Saray’ın kapladığı alan yaklaşık 700.000 metrekaredir. Saray’ın bölümleri: Alay Meydanı, Aya İrini, Bâb-ü's Selâm, Bâb-ı Hümâyun, Divan Meydanı, Kubbealtı (Divan-ı Hümayun), Adalet Kasrı, Dış Hazine, Zülüflü Baltacılar Ocağı, Has Ahırlar, Beşir Ağa Camii ve Hamamı, Saray Mutfakları, Babüssaade, Sohum Kalesi Kitabesi, Enderun Avlusu, Arz Odası, III. Ahmed Kütüphanesi (Enderun Kütüphanesi), Fatih Köşkü (Enderun Hazinesi), Hazine Koğuşu, Has Oda ve Kutsal Emanetler Dairesi, Ağalar Camii, Kilerli Koğuşu, Kuşhane ve Harem Kapısı, Has Oda Koğuşu/Padişah Portreleri, Dördüncü Avlu, Sünnet Odası, Revan Köşkü, Bağdat Köşkü, İftariye Kameriyesi (Mehtaplık), Sofa Köşkü, Sofa Camii, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası / Baş Lala Kulesi, Esvap Odası, Harem, Dolaplı Kubbe / Harem Hâzinesi / Haremeyn Hâzinesi, Şadırvanlı Sofa, Kara Ağalar Mescidi, Kara Ağalar ve Kara Ağalar Taşlığı, Cümle Kapısı, Valide Taşlığı, Kadın Efendi Daireleri, Valide Sultan Dairesi, Hünkâr ve Valide Sultan Hamamları, Hünkâr Sofası, III. Murad Has Odası, I. Ahmed Has Odası, Yemiş Odası / III. Ahmed Has Odası, Çifte Kasırlar / Veliahd Dairesi, Altınyol, Cariyeler ve Kadın Efendiler Taşlığı, Gözdeler Dairesi ve Mabeyn Taşlığı, Arabalar Kapısı /Kızlar Kapısı, Nöbet Yeri ve Cariyeler Koridoru bu muazzam yapının bölümleri arasındadır.

Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki Koleksiyonlar Nelerdir?

Topkapı Sarayı’nın olağanüstü zenginlikteki koleksiyonları ve son derece ilgi çekici hikâyelerle örülü tarihi bu sarayı dünyanın en görülmeye değer saraylarından biri kılar. İmparatorluk Hazinesi, Avrupa Porselenleri ve Camları, Bakır ve Tombak Mutfak Eşyası, Çin ve Japon Porselenleri, Gümüşler, Hırka-i Saadet Dairesi ve Kutsal Emanetler, İstanbul Cam ve Porselenleri, Padişah Elbiseleri, Padişah portreleri ve resim koleksiyonu, Silahlar müzede sergilenen değerli koleksiyonlar arasındadır.

Photos from Adım Adım İstanbul's post 26/11/2019

Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yapmış olduğu en büyük kilise olup aynı yerde üç kez inşa edilmiştir. İlk yapıldığında Megale Ekklesia (Büyük Kilise) olarak adlandırılmış, 5. yüzyıldan itibaren ise Ayasofya (Kutsal Bilgelik) olarak tanımlanmıştır. Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu boyunca hükümdarların taç giydiği, başkentin en büyük kilisesi olarak katedral işlevi görmüştür.
Günümüz Ayasofya’sı İmparator Justinianos (527-565) tarafından dönemin iki önemli mimarı olan Miletos’lu (Milet) İsidoros ile Tralles’li (Aydın) Anthemios’a yaptırılmıştır. Tarihçi Prokopios’un aktardığına göre, 23 Şubat 532 yılında başlayan inşa, 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmış ve kilise 27 Aralık 537 yılında törenle ibadete açılmıştır. Kaynaklarda, Ayasofya’nın açılış günü İmparator Justinianos’un, mabedin içine girip, “Tanrım bana böyle bir ibadet yeri yapabilme fırsatı sağladığın için şükürler olsun” dedikten sonra, Kudüs’teki Hz. Süleyman Mabedi’ni kastederek “Ey Süleyman seni geçtim” diye bağırdığı geçer.
IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul Latinler tarafından 1204- 1261 yılları arasında işgal edilmiş, bu dönemde gerek kent, gerekse Ayasofya yağmalanmıştır. 1261 yılında Doğu Roma kenti tekrar ele geçirdiğinde, Ayasofya’nın oldukça harap durumda olduğu bilinmektedir.
Ayasofya, Fatih Sultan Mehmed’in (1451-1481) 1453’te İstanbul’u fethetmesiyle camiye çevrilmiştir. Fetihten hemen sonra yapı güçlendirilerek en iyi şekilde korunmuş ve Osmanlı Dönemi ilaveleri ile birlikte cami olarak varlığını sürdürmüştür. Yapıldığı tarihten itibaren çeşitli depremlerden zarar gören yapıya, hem Doğu Roma, hem de Osmanlı Döneminde destek amacıyla payandalar yapılmıştır. Mimar Sinan tarafından yapılan minareler ise aynı zamanda yapıda destekleyici payanda işlevi görmektedir.Ayasofya’nın kuzeyine, Fatih Sultan Mehmed Dönemi’nde bir medrese yaptırılmış, her dönemde bakım ve onarım çalışmalarından geçmiş, en kapsamlı tamir çalışması Sultan Abdülmecid Dönemi'nde (1839-1861) Fossati tarafından yapılmıştır. Sultan Abdülaziz Döneminde Ayasofya çevresinin yeniden düzenlenme çalışmaları sırasında medrese 1869- 1870 yılları arasında yıktırılmış ve1873- 1874 yılları arasında ise yeniden yaptırılmıştır. 1936 yılında yıkılmış olan Medresenin kalıntıları 1982 yılında yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır.
Osmanlı Dönemi’nde, 16. ve 17. yüzyıllarda, Ayasofya’nın içine mihraplar, minber, müezzin mahfilleri, vaaz kürsüsü ve maksureler eklenmiştir.Mihrabın iki yanında bulunan bronz kandiller, Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) tarafından Budin Seferi (1526) dönüşünde camiye hediye edilmiştir.Ana mekâna girişin sağ ve sol köşelerinde bulunan Helenistik Döneme (MÖ. 4.-3. yy) ait iki mermer küp ise, Bergama’dan getirilerek, Sultan III. Murad (1574-1595) tarafından Ayasofya’ya hediye edilmiştir.Ayasofya’da, Sultan Abdülmecid Dönemi’nde 1847-1849 yılları arasında, İsviçreli Fossati Kardeşlere kapsamlı bir onarım yaptırılmıştır. Bu onarım çalışmaları sırasında, daha önce mihrabın kuzeyindeki niş içinde bulunan Hünkâr Mahfili kaldırılmış, yerine mihrabın solunda, sütunlar üzerinde yükselen, etrafı ahşap yaldızlı korkuluklarla çevrili Hünkâr Mahfili yapılmıştır.Aynı dönemde Hattat Kadıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan 7.5 m. çapındaki 8 adet hat levhası ana mekânın duvarlarına yerleştirilmiştir. “Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” yazılı bu levhalar İslam âleminin en büyük hat levhaları olarak bilinmektedir. Aynı hattat kubbenin ortasına ise Nur Suresi’nin 35. ayetini yazmıştır.
Ayasofya Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilmiş ve 1 Şubat 1935’de müze olarak, yerli ve yabancı ziyaretçilere açılmıştır. 1936 tarihli tapu senedine göre, Ayasofya “57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” adına tapuludur.

Videos (show all)

Telephone