Emekli Polisler
Emekli olmuş,teşkilatta yıllarını ,vatan millet uğruna harcamış dava arkadaşlarını biraraya getirmek ve unutulmamak üzere kurulmuş bir sayfadır
Balat tarafı
1973 Elazığ Maden,ben,ortada rahmetli Mehmet Derin ve Süleyman Ağır.
İzmir 1964 yili
Çankaya kavşağı
İZMİR 1976
Neden 30 değil de
29 Ekim ?
Atatürk Cumhuriyetin ilanı için, neden 29 Ekim’i seçti?
İlandan 2 yıl sonra Ekim 1925’te, Fahrettin Altay Paşa Atatürk’ün misafiridir.
Zihnini hep meşgul eden bir soru sorar ulu öndere.
“Paşam benim dikkatimi çekti…Cumhuriyetimizin ilanının 29 Ekim gecesine denk gelmesi acaba bir tesadüfmüdür? Üç gün evvel, beş gün sonra da olabilirdi”
Bunun üzerine Atatürk ona şöyle bir cevap verir.
“Fahrettin, mütarekenin ilk günlerini hatırlarmısın?..Saray ve hükümet, teslimiyeti kabul etmişti. Hükümet sarayın, saray da itilaf devletlerinin elinin altına girmişti.Saray bu halden memnundu.
Fakat ben bunu kabul edemezdim.
Buna karşı koymakla bir çıkış yolunu temin ederek, bu mazlum milleti tarih sahnesinden silmek isteyenlere karşı harekete geçmek için kendimi vazifeli saymıştım.
Dünyada tek başımıza idik.
Fakat benim inandığım ideale, benimle beraber olanlar da bağlandılar ve netice hasıl oldu.
Mütareke 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı.
Vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı.
Peki 30 Ekim 1918’den bizim İzmir’e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922’ye kadar kaç yıl geçti?
Dört yıl.
29 Ekim 1923 de Cumhuriyeti ilan ettik.
İşte 5 yıla sığdırdığımız büyük inkilap, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş, hangi milletin tarihinde vardır?
Bu mazlum millet, kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır. Çektiğimiz acıların, sıkıntıların en büyük mükafatı işte budur.
Bütün Dünya buna şahit olmuştur.
Daha da şahit olacakları vardır.
Beni en çok mesut eden hadise, bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir.
Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası çektiğim azabı bilirsin, yanımdaydın.
Mondros 30 Ekim’dir, Cumhuriyet 29 Ekim.
İşte bu da mazlum bir milletin ahıdır.
Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır”
Atatürk burada bir an durur, elini masanın üzerine koyar ve;
”Deyiniz ki bu, tarihten silinmek istenen bir milletin öcüdür”
Fahrettin Altay “Ama paşam bundan niye hiç söz etmediniz?” diye sorar.
Atatürk cevap verir “Şahsen övünmek olurdu. Oysa esas övünmek benimle beraber mefkureye inananların, milletin ve ordunun hakkıdır”
Atatürk’ün Cumhuriyet ilanı için 29 Ekim tarihini seçmesinin özel nedeni, bu cümlelerden de anlaşılıyor.
Ulu önder 30 Ekim 1918’de imzalanan “Mondros Mütarekesi” ile her anlamda teslimiyet içine girmiş, kendi tabiri ile esarete uğramış milletinin, kaç yıl bu esaret altında kaldığı sorusuna tam 5 yıl cevap vermek istemedi.
O nedenle 4 yıl 364 gün sonra Cumhuriyeti ilan ederek bir ifadeyi kesinleştirmek istemiştir.
Esaretten 1 gün önce Cumhuriyeti ilan ederek bir anlamda öc almak istemiştir.
Türk Milleti 5 yıldır esaret altındadır demek ona zor geldiğinden Türk Milleti 4 yıldır esaret altında kalmıştır diyebilmek için 30 Ekim’e bir gün kala cumhuriyetin ilan edilmesini istemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, Mağrur ve galip olarak, batılı devletlere “Ben 30 Ekim’i tanımıyorum.. Sizden bir gün öndeyim..
Siz 29 Ekim’i tanıyacaksınız.” demiştir..
HİÇ BİR PARTİLİ DEGİLİM
KİME OY VERİRSENİZ VERİN AMA BUNLARI DA UNUTMAYIN
BİR DAMLA TÜRK KANI OLAN UNUTMAZ.
İbrahim ERTEN (Konya)
Mustafa YILMAZ (Konya)
Erkan KAÇAN (Konya)
Mevlüt ÖZKAN (Konya)
Hilmi ŞAHİN (Konya)
Ali ARAR (Konya)
İlyas UYAR (Konya)
Hüseyin ÇELİK (Denizli)
Ahmet APAK (Denizli)
Ercan ÇOBANOĞLU (Denizli)
Mustafa KOÇANOĞLU (Denizli)
Baki UMUTLU (Denizli)
Şeref TAY (Denizli)
Mehmet ÖZTÜRK (Denizli)
Hasan GÜLTUTAN (Hatay)
Mehmet TURA (Adana)
Şenol CANSIZ (Samsun)
Cavit YAMAN (Samsun)
Nihat ODABAŞI (Kastamonu)
Ramazan AKKAYA (Kastamonu)
Uğur BOZACI (İstanbul)
Ünal KALAFAT (İstanbul)
Ahmet ARAN (Manisa)
Haydar ASLAN (Trabzon)
Murat ELİBOL (Çanakkale)
Aydın KUZEY (Çanakkale)
Adem ZONGUR (Kırıkkale)
Musa SARIGÖZ (Osmaniye)
Murat MENTEŞ (Bolu)
Hikmet ÖZDEMİR (Malatya)
Abdullah KARA (Antalya)
Birol İrfan ASKAR (Afyon)
Selahattin AYSAN (Isparta)
33 KİŞİNİN İSMİNİ OKUDUNUZ...
BU İSİMLER ;
ÇOĞUNUZA BİR ÇAĞRIŞIM YAPMAMIŞTIR.BEN SİZE HATIRLATAYIM.
OKUDUĞUNUZ BU İSİMLER,
24 MAYIS 1993 GÜNÜ
ÜZERLERİNE 1570 ADET KELEŞ MERMİSİ SIKILARAK
(HER BİRİNE ORTALAMA 50 MERMİ)
KATLEDİLEN, 33 SİLAHSIZ 20 YAŞLARINDA GENCECİK VATAN EVLATLARININ AD VE SOYADLARIDIR.
EVET 33 BU RAKAMI ÖMRÜNÜZÜN SONUNA KADAR UNUTMAMANIZ DİLEĞİYLE.
AŞAĞIDA YAZILANLARI KENDİNİZİ O TARİHTE O ASKERLERİMİZİN YERİNE KOYARAK
OKUMANIZI RİCA EDİYORUM…
YER:Elazığ-Bingöl Karayolu Bilaloğlu Mevkii YIL: 30 MAYIS 1993
33 vatan Evladının Şehit olduğu 24 yıl önceki katliamdan sağ kurtulan üç Asker, yaşadıklarını anlattı. Malatya’dan iki sivil midibüse biniyorlar. Hepsi sivil giysili, üniforma ve postalları çantalarında. Hiçbirinde silah yok, kendilerine refakat eden tek bir askeri
personel de. Saat 18.00. Bingöl’e 10 kilometre var.
Dağlık, dar bir yol. Birden silah sesleri yankılanıyor. İlk virajı geçtiklerinde, 50 PKK’lının karşı yönden gelen Bingöl Tur’a ait bir otobüsü durdurup, çoğunluğu terhis olmuş ya da dağıtıma giden sivil erlerden oluşan 50 yolcuyu esir aldığını görüyorlar. Şoföre bağırırlar; ‘Geri dön!’ Şoför oralı olmaz.
Zaten 4 saatlik yolda 3 mola vermiş...
Otobüsün kapısını, ‘Orada ben yoktum’ diyen Şemdin Sakık,
o zamanki adıyla ‘Parmaksız Zeki’ açıyor.
OSMAN PARTAL ANLATIYOR
Trabzonluyum. İki midibüsteki toplam 50 askerden biriydim.
Van-Özalp’taki birliğime gidiyordum.
Yol boyunca gereksiz molalar veren şoför,
bir ara lastik patladığını söyleyip durdu.
Lastiğin patlamadığını, krikoya dokunmadığını gördüm.
Aksın altına girdiğinde birileriyle konuşma yaptığını duydum.
Galiba telsizle konuşuyordu. Şemdin Sakık,
‘Eylem planlanırken buradan askerlerin geleceğini bilmiyorduk’ diyor.
Yalan söylüyor. Çünkü ilk otobüsün en ön koltuğunda oturuyordum.
Yolumuzu kestiklerinde şoförün kapısını bizzat Sakık açtı.
Toprak rengi üniforması vardı üzerinde, aynı renk kasketi ters takmıştı.
Omzundaki tüfeğin namlusu yere bakıyordu.
Şoföre, diğer otobüsün nerede olduğunu sordu.
‘Arkada, geliyor’ cevabını aldı.
İki dakika sonra diğer otobüs düştü pusuya.
Yani bizi bekliyorlardı.
DOĞULU - BATILI DİYE AYIRDILAR…
Geceyarısına kadar teröristlerle yürüdük.
Mola verildiğinde niçin kaçırdıklarını, amaçlarını sorduk.
‘TC ateşkes ilan edince, iki gün içinde sizi serbest bırakacağız’
dediler. Saat 01.00 sularıydı. Sakık’ın talimatıyla tek sıra olduk.
Şemdin Sakık nereli olduğumuzu sorup,
Doğulu - Batılı diye bizi iki gruba ayırdı. Sakık, doğulu olmayan
benim de içinde olduğum 34 kişinin eğitim kampına götürülmesini söyledi. Dağda koşar adım yürümeye başladık. Bize eşlik eden teröristler sürekli değişiyordu. Toplam 300 kişiydiler. Bir köye gittik.
Kapısını çaldıkları evlerden başka teröristler çıkıp gruba katıldı.
Kimi terörist evlere gidip istirahat etti. Bir ahıra soktular bizi öldürmek için. Sonra vazgeçtiler. Tekrar yürümeye başladık.
Sabahı göremeyeceğimi düşünüyordum.
Yıldızlara son kez bakıp annemi, babamı, köyümü düşündüm.
Bir ırmaktan geçerken su içtik. Dağ yoluna çıktık.
Davranışları sertleşti. Durdurdular. Saat 03.00 sıralarıydı.
Yolun kenarına dizilmemizi istediler. Kolkola girip sıklaşmamızı istediler. Yanımdaki arkadaşıma ‘Devrem bizi vuracaklar’ dedim.
DEVREMİ ÖLÜ GÖRÜNCE BAYILDIM…
Sinirden titriyordum. Kalaşnikof, Bixi ve Kanvasların
emniyetlerini açtılar. Sonumuzun geldiğini anladım,
Kelimei Şehadet getirip kendimi yere attım.
Taramaya başladılar. Dizime bir mermi isabet etti.
Vurulanlar üzerime düşüyordu. Kafamı koruyordum.
Hepimizin öldüğünden emin olmak için yüzlerce
mermi yağdırdılar. Gittiklerini, seslerin uzaklaşmasından
anladım. Altı yedi arkadaşım sağdı henüz.
Diğerleri paramparçaydı. Can çekişenler, hırıldayanlar,
ağlayanlar, inleyenler... Su istiyorlardı.
‘Anne, anne’ diye bağırıyorlardı. Öldüğümü zannediyordum.
Kendimi çimdikledim, ölmemişim.
Devremi beyni parçalanmış görünce bayılmışım.
Bizi yan yana dizip 1570 mermi sıktılar…
Ayılınca şehit arkadaşlarımı sırt üstü çevirdim.
Dokunduğum her uzuv elimde kalıyordu.
Beyin, ayak... Yardım aramak için yukarı doğru koşmaya çalıştım.
Kan kaybediyordum. Asfalta çıktım, bir kamyonla yakındaki
Elmalı Karakolu’na gittim.
Olanları anlattığımda dinleyen jandarmalar ağlamaya başladı. Helikopter, tanklar geldi. Şehitleri aldık.
Olay yerinde 1570 mermi kovanı bulundu.
Yani silahsız Erlerin her biri için 50 mermi kullanmışlardı.(Alıntıdır)saygı değer dostlar gelde bunlarla beraber ittifak yap.Bunlara oy vereninde ALLAH belasını versin.
Tüm Şehitlerimizin ruhları Şad olsun. Gazilerimize de Sağlık ve Afiyetler dileriz…
Kardeşim arkadaşım Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun çok üzgünüm
Ekip arkadaşımdı Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Hasan paşam Allah rahmet eylesin mekanın cennet olsun
Kibrista Bayrağımızı indirmek isteyen va direğe tırmanan Rum köpeğini Mehmetçiğe vur aslanım indir onu diyen kahraman
Türkiye’de Özel Harp Dairesi Başkanlığı yapan emekli Korgeneral HASAN KUNDAKÇI bugün öğle saatlerinde hayatını kaybetti.
Hasan Kundakçı'nın bu sabah tansiyon düşüklüğü şikayetiyle gittiği özel bir hastanede kalbinin durması üzerine saat 12.35'te vefat ettiği öğrenildi.
Kundakçı'nın 18 Ocak'ta Selimiye Camii'nde düzenlenecek törenle Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedileceği belirtildi.
HASAN KUNDAKÇI KİMDİR?
Hasan Kundakçı (1937) Afyon doğumlu 1955'te Kuleli Askerî Lisesinden, 1957'de Kara Harp Okulundan piyade asteğmen rütbesiyle mezun oldu.
Piyade Okulundaki sınıf eğitimini 1959'da tamamlamayı müteakip 1961-1962 yıllarında, 12. Kore Bölüğü'nde takım komutanlığı, 1965-1967 yıllarında Ağrı ve Tendürek Dağları'nda sınır bölük komutanlığı yaptı. 1979-1980 yıllarında Kıbrıs'ta 230. Piyade Alayı komutanlığı yaptı. 1984'te tuğgeneralliğe yükseldi. İki yıl 70. Mekanize Piyade Tugayı komutanlığı ve Siirt'te Sıkıyönetim komutan yardımcılığı görevini yürüttü. 1986 yılında Özel Harp Dairesi başkanlığına atandı. 1970'li yıllarda Atina'da askeri ataşe olarak görev yaptı. 1994-95 yıllarında Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Kuzey Irak üzerinde çok etkili bir askerdi. 1993-95 yılları arasında Diyarbakır Jandarma Asayiş Bölge Komutanı olarak görev yapmıştır. 20 Mart 1995 tarihli PKK'ya ağır darbe vuran Cudi Dağı Operasyonu'nu yönetti. Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı olarak görev yaptığı sırada 14 Ağustos 1996 günü Rum gösterici Solomos Solomou'nun bayrak direğine tırmanırken vurulup öldürülmesiyle Kıbrıs Rum Kesimi'nin başvurusu üzerine Interpol tarafından hakkında kırmızı bülten çıkarıldı. 1996'da görev süresi 1 yıl uzatıldı ve 1997 yılında emekli oldu. Evli ve iki çocuk babasıdır. 22 Ekim 1993 günü Diyarbakır'ın Lice ilçesinde militanlar ile güvenlik güçleri arasında başlayan çatışmada Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, başına isabet eden bir kurşunla vurulmuş, Asayiş Komutanı Korgeneral Hasan Kundakçı ve yardımcısı Tümgeneral İlker Başbuğ'u taşıyan helikopter yoğun Kanas ateşi altında Diyarbakır'ın Lice ilçesi üzerine gelip alçalmaya başlamış ve 55 yaralı ve hasta askerin bulunduğu iddia edilen okulun bahçesine inmiştir.Telsizle haberleştiği iddia edilen PKK'lıların, "Hasta, sakat fark etmez, 55 asker iyi skandal olur" dediği iddia edildi. Korgeneral Kundakçı askerlerin motive olabilmesi için Arkadaşlar teröristler sizi gözlerine kestirmiş, biraz sonra saldıracaklarmış. Yataklarınızda basılarak öleceğinize, mevzide çarpışarak ölünüz. Sizin için zor olduğunu biliyorum ama, hemen kalkın, aşağıda toplanın demiştir. 55 yaralı asker 2 general ve yaverleri ile 2 pilot toplam 61 asker çatışmaya başlamışlar, ilçenin doğusunda 20-25 kilometre mesafede militanlarla çatışma halindeki Askeri kışladaki birlikler gelene kadar (14 saat sonra) çatışma bitmiştir. Terörle mücadeledeki başarılarıyla tanınan efsane komutan yanında gezdirdiği "tamburalı şarjörlü" piyade tüfeği nedeniyle “Tanburalı Paşa” olarak da biliniyordu...
RUHU ŞÂD OLSUN
Atatürk'ün Türk Polisi İle İlgili Sözleri
Polis asker kadar disiplinli, hukukçu kadar hukuk adamı, bir anne kadar şefkatli olmalıdır.
Polis, kanun adamıdır. Ona her zaman saygı göstermeli ve itaat edilmelidir.
Polise karışılmaz, vazifesini yaparken serbest bırakılmalıdır.
Herkesin polisi kendi vicdanıdır, fakat polis vicdanı olmayanların karşısındadır.
Atatürk'ün Türk Polisine Verdiği Önem
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildiğinde yeni Türkiye Cumhuriyeti zayıf bir polis teşkilatına sahipti.Cumhuriyet yönetimi, Osmanlı Devleti’nden İl polis teşkilatlarını da merkez teşkilatı gibi pek zayıf durumda devralmıştı.İstanbul, İzmir, Edirne, Bursa, Balıkesir ve Manisa gibi büyük iller 1922 yılına kadar işgal altında kalmış ve bu nedenle kadroları yetersiz durumda bırakılmıştır. Yeni Türk devletini kuran ve Cumhuriyeti ilan etmeyi başaran Mustafa Kemal Atatürk,Polis’e önem vermiş ve iyi bir polisin nasıl olması gerektiğini şu sözleriyle ifade etmiştir: "Polis, kanun adamıdır. Ona her zaman saygı göstermeli ve itaat etmelidir. Polis, asker kadar disiplinli, hukukçu kadar hukuk adamı, bir anne kadar şefkatli olmalıdır” (1934). "Herkesin polisi kendi vicdanıdır, fakat polis vicdanı olmayanların karşısındadır”(1929).
Cumhuriyetin ilanından sonra, Türkiye Cumhuriyeti, Polis Teşkilatını geliştirmek amacıyla 1924’te Emniyeti Umumiye Müdürlüğüne bağlı olarak yeni birimler oluşturmuş ve Umum Müdürden başka, bir Umum Müdür Muavini, üç Şube ve Evrak Memurluğu ve Polis Mecmuası Müdürlüğünü kurmuştur. 1930 senesinin haziran ayında yürürlüğe giren 19 Mayıs 1930 tarih ve 1624 sayılı Dahiliye Vekaleti Merkez Teşkilatı ve Vazifeleri Hakkındaki Kanun çıkarılmıştır. Kanuna göre; Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü adı Emniyet İşleri Umum Müdürlüğü olarak değiştirilmiştir. Bu durumda, Emniyet işleri Umum Müdürlüğü’nün merkez teşkilatı, beş şube ile müstakil bir evrak kaleminden oluşmaktaydı. Birinci şube; memleketin genel güvenliğiyle ilgili işleri, ikinci şube; idari, beledi ve adli işleri, Üçüncü şube; özlük işleri, öğretim, saymanlık, donatım işleri, Dördüncü şube; yabancılarla ilgili işleri, Beşinci şube; teknik, istatistik ve yayın işleri, Evrak bürosu; Umum Müdürlüğe ait haberleşme, iş sahiplerinin başvurularını kabul ve sonuçlandırma işlerini yürüten bölümlerden oluşmaktaydı.
Emniyete ait mevzuatın bütün olarak yenilenmesi yönünden önemli ilk adım 30 Haziran 1932 tarihli ve 2049 sayılı Polis Teşkilat Kanununun çıkarılması olmuştur. Bu kanunla, 2 Mayıs 1329(Miladi 1913) tarihli Polis Nizamnamesinin bu kanuna aykırı hükümleri yürürlükten kaldırılmış ve Cumhuriyet polisinin yeni teşkilat esasları kurulmuştur.1932 senesi Eylül ayı başında yürürlüğe konan bu kanun; merkez ve taşra kuruluşlarına ait ilkeleri, kadroları ve derecelerini, mesleğe giriş şartlarını, seçme, atama, yükselme, yer ve görev değiştirme usûllerini ve teşkilat içinde görevli kurullar ile disiplin suç ve cezalarını düzenleyen 46 maddeden oluşmakta idi.
Bu kanun gelişmelere ayak uyduramadığı gerekçesiyle 4 Haziran 1937 tarihinde kaldırılmış, yerine neşir tarihi 12 Haziran 1937 olan 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu yürürlüğe konmuştur. Bu kanun Emniyet Teşkilatında yapı ve fonksiyon itibariyle yeni birimlerin oluşmasına sağlamış, daha önce şube olarak hizmet veren birimler çoğaltılmış ve Daire Reislikleri olarak faaliyete geçmiştir. Buna paralel olarak da personel sayısı artmıştır. Ayrıca emniyet teşkilatının bölümleri, meslek dereceleri, mesleğe kabul ve tahsil şartları, meslekten çıkma ve çıkarılma ve disiplinle ilgili hususlar tekrar belirlenmiştir. Bu kanun 98 maddeden ibaret olup, bugünkü teşkilatlanmanın dayanağıdır. Yayımlandığı günden zamanımıza kadar ortaya çıkan ihtiyaçları gidermek amacıyla birçok değişikliğe uğramıştır.
Polis teşkilatı elaman ihtiyacını önceleri toplama metoduyla yapmakta iken, özellikle amir kadrosunun eğitimli olmasının gereği anlaşılmış, Polis Akademisi, 3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunun 18. Maddesi gereğince orta ve üst kademe yöneticilerini yetiştirmek üzere, Polis Enstitüsü adı altında bir yıllık meslek içi Yüksek Okul olarak 06 Kasım 1937 yılında kurulmuştur. Polis Enstitüsü’ndeki Eğitim Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu Kararlarıyla 1940 yılında iki yıllık, 1962 yılında üç yıllık yüksek okullar içerisine alınmış olup 1980 yılından itibaren öğretim süresi 4 yıla çıkarılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve o dönemde Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleriyle, Polis Enstitüsüne öğrenci yetiştirmek amacıyla Polis Koleji lise derecesinde eğitim ve öğretim yapmak üzere Anıttepe'deki Polis Enstitüsü binasında kurulmuştur.
Atatürk'ten Türk Polisine
Dün sizin hali tavrınızda mertlik ve erkeklik yürüyüşünüzde intizam ve ciddiyet size olan haklı itimadı kuvvetlene herkesi memnun etti. Çünkü herkes biliyor ki ve bilmelidir ki; Polis ve Jandarma kuvvetleri vatandaşlara huzur ve sükun temin eden Cumhuriyetin kanunlarına ve medeniyet düşmanlarına karşı kullandığı bir kalkandır.
Binaenaleyh Cumhuriyet kanunlarına memleketimizin huzur ve asayişine karşı gelebilecek ve vatandaşların hürriyetine tecavüz edebilecek her şerrin kafası behemahal bu kalkana çarpmalı ve parçalanmalıdır.
Reisi Cumhur
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Atatürk ve Türk Polisi
Cumhuriyetin 10'uncu kuruluş yıldönümünde yapılan görkemli törenlere katılmak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğünce 100 kişilik bir polis birliği hazırlandı. Emniyet Müdürü Ekrem Şerif beyin büyük bir emek ve çaba harcayarak törene hazır hale getirdiği bu nadide birlik Ankara'daki kutlamalara katıldı. Özel olarak hazırlanan bu polis birliği 29 Ekim 1933 tarihinde yapılan resmi geçitte tüm seyredenler gibi Mustafa Kemal Atatürk'ün de takdir ve hayranlığını kazandı.
Büyük Gazi; o gün Polis ve Jandarma birlikleri hakkındaki takdir ve övgülerini açıkladı. "Dün sizin hali tavrınızda..." diye başlayan bu söylemdeki "dün" her gün olabilirdi. Bu söylem polis için bir övünç vesilesi idi.
Atatürk'ün bu övünç ve takdir dolu sözleri söylemesi söylenmek için söylenmemişti. Dünya siyasetinin yetiştirdiği en büyük şahsiyetlerden ilki olan Önder Polis ve Jandarma teşkilatlarının ülkenin olmazsa olmazlarından olduğunu çok iyi biliyordu. Bundan dolayı da her iki teşkilatın; bilhassa Polis Teşkilatının çağdaş yöntemlerle idare edilmesini ve çağdaş bilgilerle donanmış polislerle yenileştirilmesini istiyordu. Bu amaçla Çankaya köşkünde bir akşam toplantısı tertip ederek yönetici ve bilim adamlarının konu ile ilgili görüşlerini almak istedi. Çağdaş polislerin yetiştirilmesi için yeni polis okullarının açılmasına ve polis amirlerinin iyi bir eğitim veren bir okulda yetiştirilmeleri fikrine ilk tepki İçişleri Bakanından geldi. Ancak İçişleri Bakanının tepkisi bu uygulamaya gerek olmadığı savıyla değil ekonomik sebeplerden dolayı "Polise mahsus ilk orta ve yüksek öğretim kurumlarının oluşturulması ve illerde teknik bürolar ve sosyal tesisler açılması bu fakir bütçemizle şimdilik mümkün değildir bir müddet daha alışıla gelmiş şekilde polis memuru alımına devam etmekte yarar vardır" şeklinde oldu. Toplantıya katılanların çoğunluğu da bu düşünceye katıldılar.
Alışıla gelmiş usul; diğer bazı devlet dairelerinde de olduğu gibi o zamanki Ankara'nın meşhur 'İtfaiye Meydanı' ve etrafındaki kahvehane ve hanlardan memur adayı toplanırdı. Memur olma niteliklerine sahip olanlar burada bulunur ve herhangi bir memurluk talebi için beklerlerdi. O zamanki şartlarda memur olabilmenin niteliği ilkokul mezunu veya okur-yazar olmak askerliğini yapmış olmak ve herhangi bir sakatlığı bulunmamaktı. Polis olmak içinse bunlara ilaveten gösterişli olmak da gerekiyordu. Polis aday adayı eğer siyasi polis olarak görevlendirilecek ise yüzünde şark çıbanı izlerinin bulunmaması önem arz ediyordu.
İçişleri Bakanının ekonomist düşünceyle ortaya sürdüğü haklı gerekçelerin diğer katılımcılar tarafından da kabul görmesine karşılık Atatürk polisin eğitilmesi konusunda çok kararlıydı. Ona göre; Ülkenin iç güvenliğinin huzur ve asayişinin sağlanması ve bunun devamlılık arz etmesi çok önemli idi.
İçişleri Bakanından polis aday adaylarını nasıl seçtiğini sordu. Polis aday adaylarını seçme yöntemini öğrendikten sonra davetlilerden de başkaca bir öneri gelmemesi üzerine Atatürk yaverini çağırttı. "İtfaiye meydanında polis olabilecek vasıfta bir şahıs al getir" dedi. Verilen emir kısa sürede yerine getirilerek Atatürk'ün emirleri doğrultusunda polis olabilecek nitelikte bir şahıs huzuruna getirildi.
Mustafa Kemal Atatürk getirilen şahsa adını memleketini ve askerliğini yapıp yapmadığını sordu. Gerekli cevapları aldıktan sonra tekrar yaverini çağırarak şarjörü ile birlikte bir tüfek getirmesini emretti. Tüfek getirildiğinde "Tüfeği Harput'lu Fikri'ye verin" dedi. Tüfeği alan Fikri'ye de "Tüfeği doldur" diye emretti. Atatürk'ün kesin emri doğrultusunda tüfeği dolduran Fikri'ye bu sefer "tavana ateş et” emrini verdi. Emri alan Fikri hiç tereddüt etmeden tavana beş el ateş etti. Tüfekteki mermiler bitince Atatürk'ün emrini bekleyen Fikri'yi "dışarı çık" diyerek odadan çıkarttı.
Harput'lu Fikri dışarı çıktıktan sonra Atatürk'ün bizzat yanına aldığı ve polisliğini takdir ettiği polis memuru Ragıp efendiyi yanına çağırttı. Karşısında saygılı bir şekilde emir vermesini bekleyen Ragıp efendiye hitaben "Ragıp sonra diğer davetlilere teker teker baktıktan sonra tekrar Atatürk'e dönerek; "Emriniz baş üstüne Paşam ama sebebini öğrenebilir miyim?" diye karşı soru sorunca Atatürk "Çıkabilirsin Ragıp efendi" diyerek onu da odadan çıkarttı.
Polis memuru Ragıp efendi odayı terk ettikten sonra İçişleri Bakanına dönen Atatürk "Şükrü bey ilk gelen Harput'lu Fikri'ye seni vurmasını söylesem vurur muydu?" şeklinde bir soru yönelttiğinde Şükrü bey hiç tereddüt etmeden "Vururdu" diye cevap verdi. Aldığı cevap karşısında yüzü aydınlanmaya başlayan Atatürk tekrar sordu; "Ragıp efendiye seni vurmasını söylesem vurur muydu?" deyince yine aynı kararlılıkla "Vurmazdı paşam" diye cevap verdi.
İstediği ve toplantıda bulunanları eğitici cevapları aldıktan ve onlara uygulamalı olarak bir ders verdikten sonra tekrar Şükrü beye hitaben "O halde kolları sıva Polis Kolejini Polis Enstitüsünü aç. Bu müesseselere en iyi ve en değerli hocaları temin et"diye kesin emrini verdi.
Boğaziçi köprüsü yayalara açık olduğu dönem / 1975
Nejat Uygur kimdir? Ne zaman öldü, kaç yaşındaydı? İşte hayat hikayesi
Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi olarak kabul edilen İsmail Hakkı Dümbüllü tarafından keşfedilen Nejat Uygur, tiyatro oyunculuğuna 1949 yılında başladı. On yıllar boyunca sergilediği oyunlarla 1998 yılında 'Devlet Sanatçısı' unvanı alan ünlü oyuncu, 2013 yılında 86 yaşında vefat etti. İşte, Nejat Uygur biyografisi...
18/11/2021 11:18
Nejat Uygur kimdir? Ne zaman öldü, kaç yaşındaydı? İşte hayat hikayesi
Modern Türk tiyatrosunun temel taşlarından Nejat Uygur, verdiği bir röportajda, yapmak istediği ilk mesleğin tiyatro oyunculuğu değil pilotluk olduğunu dile getirdi. İnsanları güldürmeyi sevdiğini belirten deneyimli oyuncu, "Çocukluğumda pilot olacağımı düşünürdüm. Hatta hiç unutmam Manisa'da olduğumuz yıllarda, yatak çarşaflarını alıp yüksek bir yerden aşağı atlamayı planlamıştım. Tecrübe pilotu olarak önce ağabeyim atladı ve ayağını kırdı. Ağabeyim Zeki Ayhan Uygur, Amerika'da ünlü bir beyin cerrahı şimdi" ifadelerini kullandı.
tarihi-kisiler-nejat-uygur-munir-ozkul-suna-pekuysal-erol-gunaydin-jpg-332837323-1432491450-001.jpg
Erol Günaydın, Nejat Uygur, Münir Özkul, Suna Pekuysal
NEJAT UYGUR'UN HAYAT HİKAYESİ
10 Ağustos 1927 tarihinde Kilis'te dünyaya geldi. Öğretmen bir annenin ve subay bir babanın üç çocuğundan ortancasıdır.
İlkokulu Siirt, Ezine ve İntepe'de; ortaokulu Sarıyer, Çanakkale ve Manisa'da okudu. Öğrencilik yıllarında tiyatro müsamerelerine katıldı. Güzel Sanatlar Akademisi'nin (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) Heykel bölümünde lisans eğitimine başladı fakat mezun olmadan ayrıldı.
1943 yılında Sarıyer Halkevi'nde başladığı boksla beraber spora karşı ilgisi arttı. Atletizm ve su topu dışında iyi de bir at binicisi oldu.
Askerlik görevini yerine getirmeden önce bir süre gemilerde çalıştı.
Tiyatro oyuncusu İsmail Hakkı Dümbüllü tarafından keşfedildi. Tiyatroya profesyonel anlamda 1949 yılında başladı.
Nejat Uygur, 1987 yılında 'İkinci Atatürk' olarak tanımladığı Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in heykelini yaptı.
1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından 'Devlet Sanatçısı' unvanı verildi.
1950 yılında Necla Uygur ile hayatını birleştirdi. 13 yıl süren Anadolu turneleri sürecinde sırasıyla Ahmet, ikiz kardeş olan Süheyl ile Süha, Kemal, Behzat adlı 5 erkek çocuğu dünyaya geldi. Süheyl ve Behzat kardeşler, babaları gibi tiyatrocu oldu.
NEJAT UYGUR'UN VEFATI
Nejzat Uygur, 10 Eylül 2007 tarihinde beyin damarlarında oluşan bir tıkanıklık nedeniyle vücudunun sol tarafında kısmi felç geçirdi. Oğulları Süheyl ve Behzat Uygur, son açıklamalarında babalarının artık geçmişiyle yaşadığını söyledi.
Nejat Uygur, tedavi gördüğü hastanede 18 Kasım 2013 tarihinde saat 19.57'de solunum yetmezliği nedeniyle 86 yaşında hayatını kaybetti. Teşvikiye Camii'nden kaldırılan cenazesi, Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.
thumbs-b-c-cc1112d6779d4c538b823e9fb1edb4a1.jpg
Cibali Karakolu / 2004
NEJAT UYGUR FİLMLERİ
1970 - Cafer Bey
1971 - Cafer Bey İyi, Fakir ve Kibar
1974 - Cafer'in Nargilesi
2004 - Vizontele Tuuba
2007 - Beyaz Melek
ROL ALDIĞI TİYATRO OYUNLARI
* Alo Orası Tımarhane mi?
* Aman Özal Duymasın
* Benim Annem Evden Neden Kaçtı
* Cibali Karakolu
* Hanedan
* Hastane mi? Kestane mi?
* Kaynanatör
* Miğferine Çiçek Eken Asker
* Minti Minti
* Param Yok Memet
* Sizinki Can da Bizimki Patlıcan mı?
* Son Umudum Milli Piyango
* Şeyini Şey Ettiğimin Şeyi
* Şeytandan 29 Gün Evvel Doğan Çocuk (Minti Minti 2)
* Zamsalak
Nejat Uygur’un anlatımıyla kısaca özgeçmişi;
"Benim düşündüğüm ilk meslek pilotluktu. Çocukluğumda pilot olacağımı düşünürdüm.
Hatta hiç unutmam Manisa'da olduğumuz yıllarda, yatak çarşaflarını alıp yüksek bir yerden aşağı atlamayı planlamıştım. Tecrübe pilotu olarak önce ağabeyim atladı ve ayağını kırdı. Ağabeyim Zeki Ayhan Uygur, Amerika'da ünlü bir beyin cerrahı şimdi. Onunla gurur duyuyorum. Ağabeyim burada deniz albayıydı, ordudan ayrıldı sonra."
……..
“Benim gençliğimde herkeste Amerika'ya gitmek gibi çok yoğun bir istek vardı. Bu yüzden liman cüzdanı çıkarttım ve gemici oldum.
Hiç unutmam, bir Panama şilebinde çalıştım. Gemide kimsenin canı sıkılmazdı. Onlara fıkralar anlatır, taklitler yapardım. Herkes çok gülerdi. Sonra askere gittim, orada da arkadaşlarımı çok güldürürdüm. Giderek insanların yüzünü güldürmek bende tutku oldu. Sonra da tiyatro başladı zaten."
13 yıl süren Anadolu turneleri sürecinde sırasıyla Süheyl, Süha, Ahmet, Kemal ve Behzat adlı beş erkek çocukları dünyaya geldi. Süheyl ve Behzat babalarının deyimiyle "armut ağacının dibine düştüler" ve tiyatrocu oldular.
Bir zamanlar tiyatronun tozlu sahnelerinde ve ekranlarda izleyicinin büyük beğenisini alan usta komedyen, tiyatrocu 'u 18 Kasım 2013'te kaybettik.
Biz onu kalplerimize perçinlediği şu sözlerle daima hatırlayacağız:
“Kan gurubum vatan haini olmayan herkese uyar..!”
Anısına saygı ile...💐🖤
(Fotoğraf; Nejat Uygur,1 Mayıs kutlaması için Taksim’de..)
Sayfamıza hoşgeldiniz
Click here to claim your Sponsored Listing.
Category
Contact the organization
Website
Address
Çankaya
Remzi Oğuz Arık Mahallesi Atatürk Bulvarı 114
Çankaya, 06680
Herzlich willkommen auf der Facebook-Seite der Deutschen Botschaft Ankara! Bitte beachten Sie unser
Hacettepe Üniversitesi (Beytepe Kampüsü)
Çankaya, 06800
Beytepe İlköğretim Okulu - Resmi Facebook Sayfası
K. K. Des. Kt. Grp. Kom. Mhf. Tb. 2nci Emn. Ve Mhf. Bl
Çankaya
Gayri Resmi Kara Kuvvetleri Komutanlığıyla Alakamız Yoktur. KKKda askerlik yapanlar için açtık Saygılar
Cumhuriyet Mahallesi Sakarya Caddesi örnek Iş Hanı No:8 Kat:4 Kızılay
Çankaya, 06420
ADALET BİRLİK PARTİSİ ANKARA İL BAŞKANLIĞI GENEL BAŞKAN İRFAN UZUN
Söğütözü, 2177. Sk. 10/A
Çankaya
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı resmî Facebook sayfasıdır. Talep ve görüşlerinizi iletin?
GÜZELTEPE Mahallesi SEDAT SİMAVİ SK. NO:30/1 ÇANKAYA/ANKARA
Çankaya, 06690
Hukukun güvencesi
Remzi Oğuz Arık Mahallesi Paris Caddesi Yazanlar Sokak No:4 Çankaya
Çankaya, 06540
Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’nın amacı; daha güçlü Türk ordusu için destek sağlayabilmektir.
Üniversiteler Mahallesi Dumlupınar Bulvarı No: 139
Çankaya, 06800
http://www.mta.gov.tr
Anadolu Bulvarı No:12 Söğütözü
Çankaya, 06510
BENİM İKİ BÜYÜK ESERİM VAR; BİRİ TÜRKİYE CUMHURİYET'İ DİĞERİ CUMHURİYET HALK PARTİSİ'dir.