HOŞ BEŞ kalalım
Persönlichkeiten Des öffentlichen Lebens in der Nähe
20354
20354
20354
Hamburg
20354
20354
20354
Hamburg
Hamburg
20354
C/O Wework
Hamburg
20354
Gülmek isteyen eğlenceli ve güzel hikaye okumak isteyenler için.
Ulusal Kurtuluş Savaş’ımızın Kahramanlarından Borazan Çavuş
Balıkesir ilimizin on yedi ilçesinden biri de Burhaniye’dir. Bugün (1973) 12 bin nüfuslu olan Burhaniye, Ege denizi kıyısında çok şirin bir ilçedir. Burhaniye ilçesinin ortasında bir alan vardır. Bu alana Atatürk heykeli dikilmiştir. Atatürk heykelinden alana doğru bakılırsa, küçük bir çayırlık, ortasında kayalar, kayaların üstünde de bir tabancayla bir de asker borusu görülür. Bu tabancayla boru da, Atatürk heykeli gibi tunçtan dökülmüştür. Bu kez, tabancayla borunun daha yakınına gelelim. Tabancanın olduğu yerden Atatürk heykeline bakalım. İşte bunların üçü birden derin bir anlam taşımaktadır.
Burhaniye’deki Atatürk heykeliyle önündeki tabanca boru, ayrı ayrı parçalar değildir. Bunların üçü, birbirini bütünler. Bunların üçü birden bir anıttır. Yurdumuzun her ilinde, ilçesinde, Atatürk’ün heykelleri vardır. Ama hiç birinde, Burhaniye’de olduğu gibi, heykelin yakınına tabanca, boru konulmamıştır. Burhaniye’deki Atatürk heykelinin önüne bu tabancayla boru neden konulmuştur?
Burhaniye’ye gelip de oradaki tabancayla boruyu gören herkes bunu merak eder. Burhaniyelilere, tabancayla borunun ne anlama geldiğini sorarlar. Her halde siz de bunu merak etmişsinizdir. Bu merakınızı gidermek için, şimdi size Burhaniye ilçesinde Atatürk heykeli önünde duran bu tabancayla borunun ne anlama geldiğini anlatacağız.
Burhaniye ilçesinin Pelit köyünde Mevlûde adında bir kadın yaşıyordu. Mevlûde’nin kocasının adı Mehmet’ti. Mehmet ile Mevlûde’nin 1893 yılında bir erkek çocukları dünyaya geldi. Bu çocuğa İsmail adı verildi. Burhaniyeli Mehmet oğlu İsmail 1913 yılında yirmi yaşındaydı. Her Türk delikanlısı yirmi yaşında nasıl askere giderse, Mehmet oğlu İsmail de 1913 yılında askere gitti. Askerliğini Dikili’de yapıyordu. İsmail daha bir yıllık askerken 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı patladı. Bildiğiniz gibi Türkiye de bu savaşa katıldı. Türk ordusu, sekiz cephede savaşıyordu.
İsmail’in Dikili’deki birliği Süveyş cephesine gönderildi. Şu yolu izleyerek çöle gittiler: Dikili Bergama-Ulukışla-İskenderun-Halep-Şam-Trablus-Kudüs-Errahman. İsmail, 16’ncı tümenin, 28’inci alayının 1’inci taburunda erdi. Birliği içinde, çöllerde düşmanla savaştı. Süveyş kanalında köprü kurup Mısır’a geçeceklerdi. Köprü kuruldu. Ama İsmailiye denilen yerden köprüyü geçemediler. İsmail’in birliğindeki arkadaşlarının çoğu orada şehit oldu. İsmail’in birliği bu kez Çanakkale Savaşı’na gönderildi.
İsmail, Çanakkale’de 10’uncu tümenin 28’inci alayının 1’inci taburunun 4’üncü bölüğünde erdi. 28’inci tümende, boru çalabilecek erler aranıyordu. Dişleri sık, düzenli, sağlığı da elverişli olduğundan İsmail’i borazanlığa ayırdılar. Çandarlı'lı Musa Onbaşı adında bir zenci, boru öğretmenliği yapıyordu. İsmail, boru çalmasını işte o Musa Onbaşı’dan öğrenmişti. Öyle güzel, o denli uzaklardan duyulabilen boru çalıyordu ki, kısa zamanda tanındı, ünlü bir borazancı oldu. Onbaşılığa yükseltildi. İsmail Onbaşı’nın hele saldırı boruları pek ünlüydü. Borazan İsmail Onbaşı, Çanakkale’de Conkbayırı savaşında ayağından yaralandı. Yarası iyi olunca bu kez de Çimentepe savaşında başından yaralandı. Yarası ağır olduğundan İstanbul’a hastaneye gönderildi. İyileşince hastaneden taburcu edildi. Doktorlar üç aylık hava değişimi vermişlerdi. Burhaniye’ye geldi. Hava değişimi süresi dolunca, İsmail’i bu kez İzmir’deki bir birliğe verdiler. O birliğin makineli tüfek bölüğündeydi.
1918’de Türkiye’nin savaş ortakları yenildi. Türkiye de yenilmişti. Yurdumuzun birçok bölgesine düşman girmişti. Aradan çok geçmemişti. Yunan ordusunun birlikleri, 1919 yılının 27 Mayıs salı günü akşamı, Ayvalık kıyılarına çıktı. 28 Mayıs çarşamba günü de Ayvalık’a girdi. Ayvalık, Burhaniye’ye çok yakındır; Burhaniye-Ayvalık arası 33 kilometre, yani yayan yürüyüşle altı-yedi saatlik yoldur. Yunan ordusunun birlikleri Ayvalık’a girdiklerinde, Ayvalık’ta Türk ordusunun 172’nci alayı vardı. 172’nci alay komutanı, sonradan Çetinkaya soyadını alacak olan, Ali Bey’di. Ali Bey, düşman ordusuna karşı Kurtuluş savaşımızın ilk örgütünü kurdu. Edremit kaymakamı olan Hamdi Bey de düşmana karşı sivillerden bir örgüt kurdu. Bu sivil savaş örgütlerine milis birliği denilirdi. Kurtuluş Savaşı’mızın düşmanla ilk çatışmasını Ali Bey’in birliği yaptı.
Beş yıl askerlik yapan, Birinci Dünya Savaşı’nda önce, çöllerde, sonra da Çanakkale’de savaşan, iki kez de yaralanan İsmail, Yunan askerleri Ayvalık’a çıkınca, düşmanla savaşmak için gönüllü yazıldı. Kurtuluş Savaşı'mızın bu gönüllülerine Kuvayi milliye denilirdi. Kuvayi milliyeci İsmail’e, artık İsmail Efe deniliyordu. İsmail Efe, Ali Bey’in, Hamdi Bey’in çavuşu olmuştu. Onun boru çalışı, o denli ünlüydü ki, yavaş yavaş adı duyuldu, ona herkes Borazan Çavuş demeye başladı. Borazan Çavuş deyince, Kurtuluş Savaşı sırasında, Ayvalık, Burhaniye, Havran, Edremit’te onu, büyük, küçük herkes tanırdı. Borazan Çavuş’un, kendisi gibi gönüllülerden kurulmuş bir müfrezesi vardı. Müfrezesiyle, düşman birliklerinin arkalarına sarkarak, düşmanın telefon bağlantılarını kesti. Kurtuluş Savaşı’mızda öyle büyük yararlıklar gösterdi ki, İzmir Kuzey Cephesi komutanı olan Kâzım Paşa (Kâzım Özalp), bir mektup yazarak Borazan Çavuş’un başarılarını övdü, onu kutladı. Kuvayi milliyeciler, düşman kuvvetlerini on üç ay oyalayarak, saldırıya geçmesine engel oldular.
Düşman hem sayıca, hem silâhça çok üstündü. Durum böyleyken, on üç ay içinde düşman, 33 kilometre uzaklıktaki Burhaniye’ye, 47 kilometre uzaklıktaki Edremit’e sokulamadı. Ancak Ayvalık’a girişinden on üç ay sonra, 1920 yılının 22 Haziranında düşman Ayvalık cephesinden saldırıya geçebildi. 30 Haziran çarşamba günü düşman askerleri, Burhaniye’ye, bir gün sonra, 1 Temmuz perşembe günü de Edremit’e girdi. Düşman, Burhaniyeli aydınları tutukladı. Burhaniyeli Türkler, evlerine beyaz teslim bayrağı çekmek zorunda bırakıldı. Türklerin bütün silâhları toplandı. Dükkânlara Yunanca yazılı tabela asmak zorunu vardı. Türkler, düşmanın baskısı altında inletildi. O kara günlerde Borazan Çavuş, bütün kuvayi milliyeciler gibi düşmana karşı direniyordu. Küçük müfrezesiyle düşmana sık sık baskınlar veriyordu. Bütün bu zaman içinde Mustafa Kemal de Türk ordusunu örgütlemiş, güçlendirmişti. Türk ordusu üstün düşman kuvvetlerine karşı, kesin utkuyu kazanacak duruma gelmişti.
Bilindiği gibi, 26 Ağustos 1922 sabahı, ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın büyük taarruzu başladı. Bu taarruzla Türk ordusunun karşısında Yunan ordusu büyük bir yenilgiye uğradı. Türk kuvvetlerinin saldırısı karşısında bozguna uğrayan Yunanlılar çekiliyor, düzensiz, dağınık olarak kaçıyordu. Tam bir bozgun havası içinde kaçan Yunan kuvvetleri geçtikleri her Türk köyünü, bucağını, ilçesini, ilini yakıp yıkıyordu. Türk ordusu karşısında, Balıkesir’den çekilmekte olan düşman kolordusu, Ayvalık’a, Edremit’e ulaşmak çabasındaydı. Yunan askerleri, Ayvalık ve Edremit kıyılarında bekleyen gemilerine binip kendi ülkelerine kaçacaklardı.
1922 yılının 7 Eylül perşembe günü, Burhaniye’ deki düşman komutanı, Burhaniye'li Türklerin, saat on altıdan sonra evlerinden çıkmalarını yasaklamıştı. Hangi Türk evinden dışarı çıkarsa vurulacaktı. Çünkü o gün, Balıkesir’den çekilmekte olan düşman kolordusu Burhaniye’ye gelecek, Burhaniye’den de Edremit’e gidecekti. Burhaniye’ye gelince Yunan askerlerine, Türklerin saldırmalarından, ateş etmelerinden korktukları için, sokağa çıkma yasağı konulmuştu.
Borazan Çavuş, minarenin şerefesinden, düşmanın geleceği yolu gözetlemeye başladı. Sabaha karşıydı. Gün ağarmak üzereydi. Borazan Çavuş, Burhaniye’ye doğru gelmekte olan düşman birliklerinin gürültülerini duydu. Düşman askerlerinin Burhaniye’ye iki kilometreye dek yaklaşmalarını bekledi. Düşmanın öncüleri, Burhaniye’ye iki kilometre yaklaşınca, Borazan Çavuş minareden üst üste öyle hücum boruları çaldı ki, evlerinde uyuyanlar bile boru sesinden uyandı.
Borazan Çavuş’un müfrezesindekiler, boru sesini duyar duymaz, ateşe başladılar. Hücum borusunu, arkasından da ateş seslerini duyan düşman, Burhaniye’de çok büyük Türk kuvveti olduğunu, baskına uğradığını sandı. Böylece, Burhaniye’ye uğramaktan vazgeçti. Düşman birlikleri alabildiğine kaçarak, Edremit’in yolunu tuttu. İşte böylece, Borazan Çavuş, Burhaniye’yi düşmanın yakıp yıkmasından kurtardı.
Borazan Çavuş’un sabah erkenden minareden hücum borusu çaldığı, 1922 yılının 8 Eylül cuma günü, Burhaniye’nin düşman kuvvetlerinden kurtuluş günüdür. O gün Burhaniye’de tek düşman askeri kalmamıştı. 796 gün düşman işgali altında kalan Burhaniye yakılıp yıkılmadan düşmandan kurtulmuştu. Büyük Utku kazanılmıştı. Kurtuluş Savaşı bitmişti.
Kaçan düşmandan kalan mallar, tarlalar, zeytinlikler, Kurtuluş Savaşı’mıza gönüllü olarak katılanlara dağıtılıyordu. Borazan Çavuş’a da, ev, tarla, bağ, zeytinlik verilecekti. Ama Borazan Çavuş hiç bir şey istemedi.
Şöyle dedi:
-Biz, mal mülk almayı umarak düşmanla savaşmadık. Hiç bir şeye gereksinmiyorum. Geçinip gidiyorum.
Mal istemeyen, hiç bir şey istemeyen Borazan Çavuş’un, hiç bir şeyi yoktu. Parası da yoktu. Bir küçük evde oturuyordu. O ev de kendisinin değil, eşinindi.
Her yıl 8 Eylül günü, Burhaniye’nin kurtuluş yıl dönümü törenlerle kutlanır. Borazan Çavuş da bu törenlere, savaşta giydiği efe kılığıyla katılır. Borazan Çavuş, savaştan sonra, geçimini sağlayabilmek için, Burhaniye’de bir süre kır bekçiliği yaptı. Daha sonra, Burhaniye temizlik işlerinde görevlendirildi. Görevi, temizlik işçileri çavuşluğuydu.
Burhaniyeliler, bölgelerinde ilk Kurtuluş Savaşı örgütünü kuran, düşmanla ilk savaşa başlayan Ali Çetinkaya’ya büyük saygı duyuyorlardı. Ali Çetinkaya’nın yurt görevlerine bir küçük karşılıkta bulunmak istediler. Burhaniye ilçesinin ortasında, ilçenin en iyi yerinde, geniş bahçeli, üç katlı bir köşk yaptırdılar. Bu köşkü, Ali Çetinkaya’ya hediye ettiler. O zaman, Ulaştırma Bakanı olan Ali Çetinkaya, kendisine hediye edilen köşkü görmesi için, Burhaniye’ye çağrıldı. Ali Çetinkaya geldi. Kendisine hediye edilen köşkün bahçesinde, eski silâh arkadaşlarıyla konuştu. Borazan Çavuş da oradaydı. Ali Çetinkaya ile Borazan Çavuş konuştular. Ali Çetinkaya, daha önce, onun temizlik işçisi çavuşu olduğunu, hiç malı, toprağı olmadığım öğrenmişti. Borazan Çavuş’a:
– Borazan, istediğin bir şey var mı? Bir şey istiyor musun? diye sordu.
Borazan Çavuş da:
-Sağlığını isterim Ali Bey, hiç bir şeye ihtiyacım yok.. .dedi.
Ulaştırma Bakanı olan Ali Çetinkaya bu kez Borazan Çavuş’a şöyle dedi:
– Zamanında sana çok şey verildi ama almadın. Duyduğuma göre malın, mülkün de yokmuş. Borazan, seni, demiryollarına yol çavuşu yapayım…
Borazan Çavuş:
-Sağ ol Ali Bey, dedi, biz arkadaşlarımızla her ne yaptıksa, öz yurdumuz için yaptık. Bir karşılık umarak, mal-mülk için düşmana çakmak çakmadık. Bunu herkesten iyi sen bilirsin. Hiç bir şeye ihtiyacım yok. Eksik olma..
Orada bulunup da bu konuşmayı duyanların gözleri yaşarmıştı. Çünkü, Ayvalık’ta, Burhaniye’de, Edremit’te, düşmandan kalmış, adına emval-i metruke denilen mallardan alarak büyük zengin olmuş pek çok kişi vardı.
Aradan yıllar geçti. Borazan Çavuş yaşlanmıştı. O, Burhaniye’nin kurtuluş yıl dönümü törenlerine, yine eski efe kılığıyla katılıyordu. Ali Çetinkaya’ya hediye edilen köşkü, kendi isteğiyle, Burhaniye Belediyesi Ali Çetinkaya’dan satın aldı. Belediye köşkü istimlâk etti, yıktırdı. Açılan alana, Atatürk’ün heykeli dikildi. Heykelin önündeki kayanın üstüne de, Borazan Çavuş’un tabancasıyla borusunun tunçtan yapılmış birer örneği konuldu.
Borazan Çavuş çok yaşlanmıştı. Temizlik işçileri çavuşluğundan da çıkarmışlardı. Yaşlılığından, güçsüz kaldığından başka bir iş de yapamıyordu. Yetmiş dört yaşındaydı. Aylığı, geliri de yoktu. Doğduğu yer olan Pelit köyünde, nalbantlık eden bir oğlu vardı. Ama, o da yoksul biriydi. Babasına yardım edemiyordu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 6 Nisan 1967 tarihinde, Borazan Çavuş’a, yaptığı olağanüstü yurt görevlerine karşılık olmak üzere aylık bağlanması için bir kanun çıkardı. İşte bu kanuna göre, Borazan Çavuş, yetmiş dört yaşından sonra her ay beş yüz lira aylık almaya başladı. Bu fedakâr insan, Kurtuluş Savaşı’mızdan sonra, hakkı olan istiklâl madalyasını almak için bile başvurmamıştı. Ancak savaştan kırk beş yıl sonra, Borazan Çavuş’a aylık bağlanmasının arkasından istiklâl madalyası beratı da verildi.
Yetmiş dört yaşındaki Borazan Çavuş, kendisine istiklâl madalyası beratı verilmesine çok sevinmişti. O sevinçli gününde öyle coşkuya kapılmıştı ki, o gün boru çalmıştı.
Her yıl, 8 Eylül günü, Burhaniye’deki anıt önünde Burhaniye’nin kurtuluş bayramı kutlanır. Eskiden, Borazan Çavuş da bu törenlere katılıyordu. O tarihî borusunu çaldıktan sonra, tören de başlardı.
Borazan Çavuş,1971 yılında 8 Eylül günü, Burhaniye’nin kurtuluş bayramı törenine son kez katılmıştı. Orada son kez borusunu çalmıştı. O tarihten sonra bir daha bu törenlere katılamadı. Çünkü 1972 yılının 1 Nisan cumartesi günü, saat 21.40’da öldü. 2 Nisan pazar günü de toprağa verildi.
Borazan Çavuş gibi, adları sanları bilinen ya da bilinmeyen, daha on binlerce fedakâr yiğitlerle Kurtuluş Savaşı’mız kazanılmıştır. Onlar, hiç bir karşılık ummadan düşmanla savaştılar. Canlarını hiçe saydılar. Ölümü göze aldılar.
Biz bugün bu güzel yurdumuzdaki özgürlüğümüzü bağımsızlığımızı o kahramanların fedakârlıklarına borçluyuz. Onlara olan ödenmez borçlarımızı, yurdumuzu yüceltmede görev alarak ödemeye çalışmalıyız.
________________________________________
Kaynak: Günaydın Gazetesi, 1973
Bir kuruluş hikayesi...
Starbucks, 30 Mart 1971 tarihinde ABD Wahington eyaletinde San Francisco Üniversitesi'nden Zev Siegl, Jerry Baldwin ve Gordon Bowker adında 3 arkadaş tarafından kuruldu. Ancak bu üç arkadaşın amacı şirket kurmak değildi. Onlar en sevdikleri içecekleri yani kahve ve çayı iyi üretmek istiyordu. Gordon arkadaşlarına Seattle'da bir kahve mağazası açma fikrini sundu.
Arkadaşları Jerry ve Zev kahve müdavimiydi. Bu fikri çok sevdiler. Her biri bir bankadan 5.000 dolar kredi çektiler. Sonunda o ünlü mağaza 1971 Nisan ayında kurulmuş oldu. Ancak mağazanın bir ismi ve logosu olmalıydı.
Üç arkadaş Jerry, Zev ve Gordon Moby Dick romanından bağlantı kurdular. Romanda Pequod'daki kaptan yardımcısının adı Starbuck'tı. Simgesi için de denizcilikle ilgili tüm kitapları incelediler. Deniz kızı ve perisi figüründe anlaştılar. Böylece Starbucks kurulmuş oldu.
Bu kadar büyüyeceğini onlar bile tahmin edemezdi. Daha sonra aralarına şu an hâlâ CEO'su olan Howard Schultz katıldı. Amacı Starbucks'ın adını ve büyüsünü herkese duyurmaktı. Amacına ulaştı... Alıntı
Zümrüdü Anka kuşu hikayesi: Mükemmelliğe giden yolda karşılaşılan 7 engel ve bu engellerle başa çıkmanın yolları.Efsaneye göre Simurg ya da bilinen adıyla Zümrüdü Anka kuşu, bilgi ağacının dallarında yaşar ve akıllara gelebilecek her şeyi bilir. Öyle ki, bütün kuşlar ona inanır, başları sıkıştıkça Simurg’un kendilerine yardım edeceğini, onları hep zor durumlardan kurtaracağını düşünürler. Zümrüdü Anka kuşu öleceğini hissettiği zaman kendisine ağacın kuru dallarından bir yuva yapar ve hiçbir zaman ne olduğu anlaşılmayan bir yapışkanla yuvayı sıvar, yuvanın içinde ölümü bekler. Ta ki güneş bütün görkemiyle ortaya çıkıp, kuru dalları yakıncaya kadar… Simurg oluşturduğu yuvada yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğar.Bu kısır döngü sürerken, kuşların başına bir gün öyle bir talihsizlik gelir ki, Simurg’tan yardım istemeleri gerekir. Birden Simurg’un uzun süredir hiç görünmediğini fark ederler. Öyle çok beklerler ki yuvasından çıkıp havalanacağı anı. Sonunda umudu keserler. Tam her şeyin bittiğini düşündükleri bir anda, çok uzaklardaki bir ülkede, Zümrüdü Anka kuşunun kanadından bir tüy bulunur. Umutları yeniden yeşeren bütün kuşlar, birlik olup Simurg’un yuvasına gitmeye karar verirler.
Ancak Zümrüdü Anka kuşu yuvası, etekleri bulutların üstünde olan, görkemli Kaf Dağı’nın tepesindedir. Oraya ulaşmak için, yedi dipsiz vadiyi geçmek gerekmektedir. Bu vadiler öyle zorludur ki, yolda bir sürü kuş kaybolur. 1. vadi: İrade vadisi
Burası kuşlar için bir cennettir. Aradıkları her şeyi irade vadisinde bulurlar. Bir anda her şeyi isteyebileceklerini fark ederler. Sınırlar yoktur. Zevke, sefaya, bütün emellerine kavuşabileceklerdir. İnsanları anlatan masallardaki gibi; çalışmadan, uğraşmadan mevki makam sahibi bile olabileceklerdir. Öyle çok kuş vadinin sihrine kapılır, öyle çok şey ister ki, bu vadide bir sürü kayıp verilir.
2. vadi: Aşk vadisi
Vadiye girince bütün kuşların gözünü bir sis kaplar. Gördükleri biçimsiz şekilleri, taşları, odun parçalarını, birer sülün, birer kuğu sanarlar. Gözleri kör olmuştur. Kapılırlar, sürüklenirler ve gözden kaybolurlar.
3. vadi : Cehalet vadisi
Bu vadide her şey güzel gelir gözlerine. Anka kuşunu bile unuturlar. Nereye gittiklerinin hiç bir önemi yoktur. Orada da gökyüzü, burada da gökyüzü… İlginç nesneler görürler, ancak ne olduğunu sorgulamazlar. Önemsemedikçe düşünmemeye başlarlar. Düşünmedikçe unuturlar Unuttukça yükleri hafifler ve artık amaçsızca gülümsemeye başlarlar
4. vadi: İnançsızlık vadisi
Vadiye girdiklerinde birden her şey anlamını yitirir. Simurg’u bulmanın hiç bir şeyi değiştirmeyeceği inancına kapılırlar. Kesin öleceklerini iddia edenler, Simurg’un çözüm bulamayacağını söyleyenler, bu kadar yolu boşa geldiğini, emeklerinin boşa gittiğini düşünenler vardır. Kanadı yaralanan bir kuşun aşağıya düştüğünü, hepsinin başına aynı şeyin geleceğini bağıra bağıra söylerler. Tüm bu olanlardan sonra kuşların birçoğu yolu tamamlayamayacaklarını ya da tamamlasalar da hiçbir işe yaramayacağını söyleyip geri döner. 5. vadi: Yalnızlık vadisi
Vadiye giren bütün kuşları korku salar. Bulundukları yerde sadece kendileri varmış gibi endişeye kapılırlar. Acıkan sadece kendi karnının doymasını düşünür. Tek başına avlandığı için de başarılı olamayıp daha büyük hayvanlara yem olur. Her biri kendi başına hareket etmeyi seçer ve yönünü tek başına bulmaya çalışır. Kendilerini kimse yokmuş gibi, yapayalnız hissederler. Milyonlarca kuşun aynı amaç için uçmakta olduğu akıllarının ucundan bile geçmez.
6. vadi: Dedikodu vadisi
Kuşlar, vadiye girdiklerinde her köşesinde fısıltılar duyulmaya başlarlar. En arkadaki kuş, Simurg Anka’nın yeniden doğuşta tüylerinin yandığını söyler. Öndeki kuş bunu duyar ve yanan tüylerin tekrar çıkmadığını söyler. Bir öndeki kuş bunu duyar, yanan tüyleri çıkmadığı için Anka kuşunun gizlendiğini söyler. Bir öndeki kuş bunu duyar, morali bozuk olduğu için Simurg’un, saklanırken, onu görenlere zarar verdiğini söyler. Daha öndeki kuş bunu duyunca, herkese zarar veren Simurg’un, dayanamayıp kendini öldürdüğünü söyler. En öndeki kuşa, gitmeye gerek kalmadığı, Simurg’un toprak olduğu bilgisi gelir. Bir çok kuş söylentilere inanarak geri döner.
7. vadi: Ben vadisi
Bütün kuşlar ‘’Ben’’ vadisine girer girmez, içlerinde değişik bir his uyanır. Kimi diğer kuşun kanadını eleştirmeye başlar, bir diğeri her şeyi bildiğini iddia eder. Yanlış yoldan gidiliyor diye kargaşa çıkar. Her kafadan bir ses çıkmaktadır. Herkesin fikri vardır ve hepsi de söyleyen için doğrudur. Sanki milyonlarca farklı yol varmış gibi… Hepsi en önde lider olmak ister, öne geçmek için birbirlerini ezip dururlar. Ta ki vadiden çıkana, “Ben”den uzaklaşana dek…
Ve nihayet vadiden Kaf Dağı’na vardıklarında, dünyadaki bütün kuşlardan geriye sadece 30 tanesi kalır. Zorlu vadilerden geçen bu 30 kuş, yuvaya vardıklarında Zümrüdü Anka kuşunun “otuz” demek olduğunu öğrenirler. Yani kalan kuşların hepsi Simurg’tur. Kurtarıcı, bilge, mükemmel kuş; bu yedi vadiyi geçen kuşların tamamıdır.
İradesine hakim olan, körü körüne bağlanmayan, düşünen, kendini geliştiren, kendine ve başaracağına inanan, hep birlikte hareket edilmesi gerektiğini bilen, yalnız olmayı tercih etmeyen, dedikodu yapmayan ve en önemlisi egosunu eğiten kuşlar Simurg’tur.
Toplumsal Bilinç Nedir?
Toplumsal bilinç, bir toplumun bireyleri arasında ortak bir anlayışın varlığına işaret eder. Bu ortak anlayış, toplumun değerleri, normları, inançları, tarihî deneyimleri ve kültürel mirası gibi birçok faktörden etkilenir. Toplumsal bilinç, bir toplumun üyeleri arasında ortak bir kimlik oluşmasına ve bu kimliğe uygun davranışların sergilenmesine yol açar.
Toplumsal bilinç, bireylerin toplumsal konularda bilinçli bir şekilde düşünmelerini ve hareket etmelerini sağlar. Bu, toplumun genel refahı, adaleti, eşitliği, özgürlüğü ve diğer temel değerlerinin korunması için gereklidir. Toplumsal bilinç, insanların birbirleriyle etkileşimlerinde bir anlayış ve anlaşma zemini oluşturur ve toplumsal sorunların çözümüne katkıda bulunur.
Toplumsal bilinç, bireylerin toplumsal yapıya ve işleyişine dair bir farkındalık geliştirmelerini sağlar. Bu sayede, bireyler toplumsal sorunların kaynaklarını ve çözümlerini daha iyi anlayabilirler. Toplumsal bilinç, ayrımcılık, yoksulluk, adaletsizlik ve diğer sorunların çözümüne katkıda bulunur.
CNR
TELEVIZYON ALGISI
Televizyonda algı, insanların televizyon programlarını izleyerek aldıkları bilgilerin beyinleri tarafından işlenmesi ve yorumlanması sürecidir. Bu süreç, birçok faktörün etkileşimi sonucu oluşur. Bu faktörler arasında televizyon programının içeriği, görsel ve işitsel öğeleri, izleyicinin geçmiş deneyimleri, duygusal durumu, ilgi alanları ve kültürel arka planı yer alır.
İlk olarak, televizyon programının içeriği algılamayı etkiler. Örneğin, bir belgesel programı izlerken, izleyici genellikle gerçek dünya olayları hakkında bilgi edinmek için dikkatle dinler ve izler. Ancak, bir eğlence programı izlerken, izleyici genellikle sadece eğlenmek için izler.
Görsel ve işitsel öğeler de algılamayı etkiler. Örneğin, parlak renkler, hızlı hareket eden nesneler ve yüksek sesler genellikle izleyicilerin dikkatini çeker. Bu nedenle, televizyon programlarının yapımcıları, görsel ve işitsel öğeleri kullanarak izleyicilerin dikkatini çekmeye çalışırlar.
İzleyicinin geçmiş deneyimleri, duygusal durumu, ilgi alanları ve kültürel arka planı da algılamayı etkiler. Örneğin, bir izleyici daha öncebir konu hakkında bilgi sahibi ise, o konudaki televizyon programlarını daha kolay anlayabilir ve daha fazla ilgi gösterebilir. Benzer şekilde, izleyicinin kültürel arka planı, bir televizyon programının içeriğini anlamasını ve yorumlamasını etkileyebilir.
Tüm bu faktörlerin etkileşimi sonucu, izleyiciler televizyon programlarını algılar ve yorumlar. Ancak, her izleyici farklı bir algılama deneyimi yaşayabilir, çünkü herkesin deneyimleri, ilgi alanları ve kültürel arka planı farklıdır. CNR
Sevgili Arama Kurtarma Ekipleri,
Yaşadığımız deprem felaketinde sizin gibi cesur ve özverili insanların yardımı olmadan bu kadar çabuk ayakta kalamayacağımızın farkındayız. Sizler, gece gündüz demeden, kendi canınızı tehlikeye atarak, enkaz altında kalan insanları kurtarmak için mücadele ettiniz. Yorgunluk, açlık, susuzluk gibi zorluklara rağmen asla pes etmediniz.
Sizlerin fedakarlığı, cesareti ve inanılmaz eforu sayesinde binlerce insanın hayatı kurtarıldı. Sizlerinfedakarlığı, cesareti ve inanılmaz eforu sayesinde binlerce insanın hayatı kurtarıldı. Sizlerin varlığı, ülkemizde yaşayan herkesin güvenini ve umudunu güçlendirdi.
Biz, bu zorlu süreçte bizim yanımızda olan, bizi yalnız bırakmayan, bütün ekiplerinize teşekkür ediyoruz. Sizler, gerçek kahramanlarsınız. Sizlerin bu fedakarlıkları asla unutulmayacak.
Tekrar teşekkür eder, sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir hayat dileriz..
GALATASARAY HAMBURG DERNEĞI YÖNETIM KURULU
BIRBIRIMIZI NASIL ELEŞTİRELİM...
Eleştiri, kişinin davranışlarını ya da düşüncelerini tartışmak ve belirli bir konuda fikir alışverişinde bulunmak için kullanılan bir araçtır. Ancak, eleştiri yaparken, karşımızdaki kişiyi üzmemek veya rencide etmemek önemlidir. İşte birbirimizi eleştirmek için bazı öneriler:
Yapıcı Eleştiri Yapın: Eleştiriniz, yapıcı olmalıdır. Eleştiriniz, kişinin davranışını veya düşüncesini değiştirmesi için bir fırsat sunmalıdır. Eleştiriniz, kişinin kendi kendine gelişmesine yardımcı olmalıdır.
Doğru Zamanı Seçin: Eleştirinizi yapmanın doğru zamanını seçin. Eleştiriniz, kişi duygusal veya stresli olduğunda yapılmamalıdır. İyi bir zaman, kişi sakin ve hazır olduğunda yapılmalıdır.
Duygusal Olmayın: Eleştirinizi yaparken duygusal olmaktan kaçının. Eleştiriniz, nesnel ve gerçekçi olmalıdır. Eleştiriniz, kişisel değil, davranışlara veya düşüncelere yönelik olmalıdır.
Empati Kurun: Eleştiriniz, kişinin bakış açısını anlamaya çalışan bir şekilde yapılmalıdır. Empati kurmak, kişinin sizin ne dediğinizi anlamasına yardımcı olur ve eleştirinizin kabul edilmesine yardımcı olur.
Öneriler Sunun: Eleştirinizin sonunda, kişiye yapabileceği farklı bir yaklaşım veya düşünce sunun. Bu öneriler, eleştirinizin yapıcı olmasına ve kişinin kendini geliştirmesine yardımcı olacaktır.
Güler Yüzlü Olun: Eleştirinizi yaparken, güler yüzlü ve saygılı olun. Eleştirinizi yaparken, kişinin karakterini ya da kişiliğini eleştirmeyin. Eleştiriniz, sadece davranışları veya düşünceleri hakkındadır.
Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır.
İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder.
Doktor çağrılır. Doktor muayene eder,ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin başağrısı artarak sürer.
Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar.
Başka doktorlar çağrılır…Osman Efendi Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.
Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır,baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul’a götürmeye karar verirler.
İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur.
Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır…
Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir.
Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve
gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.
Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran
Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür.
O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürih’e gidilir.
Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.
Sonuç olarak:
Osman Efendiye teşhis konulamaz.
Artık yerinden kalkamayan
Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir,
ülkesine dönüp “dinlenmesi”,
daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir.
Osman Efendi bitkin, aile perişan. “Kader”denilir, Uşak’a dönülür.
Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.
Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye,
Osman Efendinin eski berberi “Berber Mehmet” çağrılır.
Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken,
adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.
Berber Mehmet bir an düşünür. “Beyim?” der,
“Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın”
Bir bakar, “Hah işte der.“Kıl dönmüş.”
Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın
çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker.
Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran
çığlığıyla odaya koşar.
Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve
cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.
Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır,
kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır.
Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir
uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir.
Baş ağrısından ise eser kalmamıştır.
Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz
ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder.
Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir.
Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.
BURNUNDAN KIL ALDIRTMAYANLARIN
BAŞI ÇOK AĞRIYABİLİR...
Şimdiye kadar kazıkladıgına say
Psikopat ☺️
Harbiden kim..
Çok Önemli ‘’ Okunduktan Sonra Kopyalayıp Paylaşılmalı Diye Düşündüğüm Bir Yazı ‘’
Yürekleri Sevgi Dolu Güzel İnsanlar Olarak Bizler Ne Yapıyoruz…
25 Nisan 2018 bu yana sevilmeyi, sevmeyi, sevginin ne olduğunu anlatmaya çalışıyorum… Saflığı, iyi niyeti, samimiyeti… Dünya kirlenince insan kalabilme mücadelesi veren insanların hala var olduğunu… İyiliği, dostluğu, sevgiyi, samimiyeti bıkmadan usanmadan anlatmaya devam edeceğim… Düzen bir şeyleri dayatsa da unutmak işimize gelmediğini de dirençle anlatıyoruz… Yanıt olarak ‘’ Böyle İnsanlar Kaldı mı?’’ denilse de…
Hayatın içinde karşılaştığımız her an, her tesadüf, her durum, her olay ve her varlık bize bir şeyleri unutturuyor aslında. İstemeden, bilmeden, farkına varmadan…
Unutmaya çok da müsait değil miyiz zaten? Üye Sayısı 3837… Katılım 150-200 arası ‘’ İyi ki Varlar. Var Olsunlar… ‘’ Gerisi sevgisini ve sevgi dilini kullanmıyor sadece adı ile kayıtlı… Bu da beni üzüyor…
Dünyayı sevgi ve iyilik kurtaracak diyoruz… Bunun için ne yapıyoruz? Ya da ne yapar gibi görünüyoruz? Yapmaya çalıştıklarımız ne kadar gerçek ve samimi? Kimi kötüyle karşılaştığında kötü olmayı tercih ederken, neyse ki kimi iyi olmayı seçiyor. Az da olsa iyi ki varlar… Peki, ya istemediklerimizi yaptığımız da ne kadar doğruyuz?
Zoraki yaptığımız tercihlerle kurguladığımız hayatlarımız ne kadar gerçek ve samimi? Kaçımız sevdiği insanlarla birlikte ve sevdiği işlerle meşgul? İstediği gibi bir hayatı yaşayabilen kaç şanslı var yeryüzünde? Giyilen hayatları, biçilen rolleri oynayan, oynadıkça mutlu olduğunu sanan, sandıkça mutsuzluğu kat be kat artan kaç kişiyiz?
Tüketim toplumu olduğumuzdan mı sevgiyi, hoşgörüyü tüketiyoruz? Belki de bu yüzden kutuplaşıyor, ayrışıyoruz. Başkalaştığımızın farkında mıyız? Ne filmlere ağlayabiliyoruz, ne şarkılara… Hislerimiz de takvim yaprakları gibi tel tel döküldü. Hislerimizi yitirdik... Önce konuşmayı ve tartışmayı unuttuk, sonra düşünmeyi. Hislerimizi gerçek hayatta yaşamak, paylaştıkça sevgiyi artırmak yerine sanal ortamda duygularını-hayatlarını paylaşmayı tercih eden bir toplum haline geldik. Her birimizin telefonlarında birden fazla sosyal medya uygulaması olmasına rağmen içimize kapandık içimize… Kınamalarımız, alkışlarımız hep sanal…
Belki de bu yüzden sevgiyi yitiriyor olabilir miyiz? Sevgiye, iyiliğe, el verdikçe, emek verdikçe, gerçek olmaya çalıştıkça neden zorlanıyoruz ve bazen engelleniyoruz? Kaçımız kaç kişiye seni ‘’seviyorum’’ , ‘’iyi ki varsın’’ diyebiliyor? Bu cümleleri kurmak neden zor geliyor! Zor olanı ve iyi olanı seçtikçe yolumuz neden uzuyor? Neden gerçeklerden kaçıyoruz? Bulunca neden kıymet bilmiyor, kaybedince değerini anlıyoruz?
Çağırın Dostlarınızı... Gelin Katılın Bize…
Madem; hayat kısa, kuşlar uçuyor... Ve hayatı anlamlandırdığımız kadar varız, peki ya daha neyi bekliyoruz?
Sevgiyi, umudu, barışı ve bir çocuğun gülüşünü; samimi, doğal, yalın anlatan… Herkesin, kendinden de bir kesit bulacağı şiirlerin dizeleri gibi özgür bir yaşam ister herkes... Kimi bulur onu koruyamaz…
Kimi arar durur umutlarını yitirmeden. Kimi onca sevgi sunan varlıklar varken etrafında görmezlikten gelir ya da göremez…
Ve hayat her zaman ki gibi devam eder durur...
İnsanların kazandıkları, yitirdikleri, hayalleri, mutsuzlukları bir değer çarpanında karşılık bulur. '' Bedel ödemek ''
Mutlu Geceler… Mutlu Pazar Diliyorum Can Dost Güzel İnsanlar…
Saygılarımla… Sevgilerimle…
Ayhan ÇAKMAK
Klicken Sie hier, um Ihren Gesponserten Eintrag zu erhalten.
Videos (alles anzeigen)
Kategorie
Webseite
Adresse
Hamburg
Hamburg
Bilingual Erziehen ist eine Webseite, die Eltern bei der Erziehung ihrer Kinder, die auf zwei oder m
Hamburg
OhhhMhhh.de ist eins der bekanntesten deutschen Blog-Magazine. Seit 2010 finden vor allem Frauen hie
Hamburg, <
Beauty, Kosmetik und Körperpflege Eine echte Oase des Wohlbefindens. Magische Hände ✨
Hamburg
We’re here to educate people on how to make their own food at home
Hamburg
Sandra Bernhardt - Pilzsachverständige DGfM www.hansepilz.de All 📸 Copyright by Sandra Bernhardt
Hamburg
📍 Italy • Hamburg 🎓 Biersommelier ⚓ Store Manager • Beyond Beershop 🍺 Drink em' all
Am Sandtorkai 27
Hamburg, 20357
In unseren Reportagen treffen wir interessante Hamburger, die sich besonders für Ihre Stadt und Mit
Hamburg, 20148
Hi Everyone, I have started this channel so that I can show places in Europe especially Germany. Please follow us on Instagram, Facebook, and subscribe to our YouTube channel. Kind...